Ersan Saner, Dr. Ali Pilli’ye demiş ki:
-İstifa et, seni seviyorum Ali abi”
Dr. Ali Pilli yanıtlamış:
-Artık ben seni sevmiyorum…
Mübarek… Sanki bir “aşk hikâyesi”…
Normal mi? Külliyen anormal…
“Normal” olmayan bir ülkede, “normal” olmayan bir seçimle koltuğa oturtulan bir siyasetçinin, “normal” olmayan bir yöntemle “atadığı” bir başbakanın, “normal” olmayan biçimde kurduğu kabinede “Sağlık Bakanı” olan Dr. Ali Pilli; “normal” olmayan bir yöntemle azledildi…
Hepsi anormal…
Hepsi etik dışı…
18 Ekim Darbesi’nden beri yaşadıklarımızı gerçekten akıl almıyor…
Pandemi sürecinin ortasında, aşılama kampanyası sürerken, “aniden” Sağlık Bakanı’nın görevden alınması zaten başlı başına bir skandal…
Atama, Başbakan’ın “yetersizliği”ni ve acizliğini gösteriyor…
Üstelik bunu, doğru dürüst yapmayı da beceremiyor…
Ancak; olayı son zamanlarda yaşadıklarımızdan soyutlamak ve yalnızca “İyi bir adamı görevden aldılar” basitliğine hapsetmek, kendimizi aldatmaktan başka bir anlam taşımaz…
Dr. Ali Pilli; Pandemi döneminin doğası gereği, “popüler” bir konumdaydı…
“Halk adamı” tavırları, insanımıza “sempatik” geliyordu…
Zaman zaman “doktorluğunu”nu, “siyasetçi” kimliğinin önüne koyması, Covid-19’dan dolayı derin kaygılar taşıyan kitlelerin ruhunu okşuyordu…
Hatta; bazı karşı çıkışları olmaktaydı…
Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın kurduğu komiteleri tanımıyor, kendi ayrı danışma komiteleri kuruyordu…
Son zamanlarda bazı “güç odakları”na karşı hafiften “laf” etmeye de başlamıştı…
“Pandemi” sürecine zamanla ısındı ve gün 24 saat mesaisini hastanelerde, sağlık merkezlerinde geçirmeye başladı…
Oradan oraya koştuğu, çalışmaktan geri kalmadığı, evine ve ailesine ayıracağı zamanı bile bu işlere harcadığı biliniyordu…
Televizyonlarda meramını anlatmakta güçlük çektiğinde ve acımasızca eleştirildiğinde bile “mağdur” tavırlarının karşılığını gördü…
Kısacası; başlangıçta “Pili bitti” “pataryası boşaldı” gibi dalga geçen ifadelere muhatap olsa da, partisinin genel “performansı” içinde “masum” bir portre edinmeyi başardı…
İçinde yer aldığı kabinelerde dünya kadar “alicengiz” oyunu dönerken, etrafındaki siyasetçiler birbirine kazık atmakla meşgulken, partisi kurultay bile yapamazken, onun “sağlığa” odaklanması halkımızın pek de hoşuna gitmiş görünüyor…
Ancak; Dr. Ali Pilli için yukarıda tüm sıraladıklarım, ne yazıktır ki onun Pandemi dönemini iyi yönettiğini göstermiyor…
“Başarılı bir bakan” olduğunu da göstermiyor…
Dr. Ali Pilli; Pandemi döneminin en başından beri görevdedir ve bu dönemin tüm sorumluluğunu paydaşları ile birlikte taşımaktadır.
Özellikle Ersin Tatar’ın başbakanlığı zamanında yapılan tüm “partizanlıkların” ortağıdır…
Pandemiyi ve sağlığı, Cumhurbaşkanlığı seçiminde UBP’nin “silahı” olarak kullanan parti dinozorlarına boyun eğmiş, “gık”ı çıkmamıştır…
Bu dönemde; pandemi otelleri ve yurtların seçiminde yaratılan rezilliğine boyun eğmiş, 100 milyon dolayında bir kaynağın “yandaş” otelcilere dağıtılmasında şeffaf olmamıştır…
Bu dönemdeki ihalesiz sağlık sistemleri alımları, PCR cihazları ve kitlerin temini, koruyucu malzeme alımları ile “Pandemi zenginleri” yaratılırken, bu konuda ağırlığı olmamış, etkisi görülmemiştir.
İşin başında Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin “yaz-boz” tahtası olması, oradan oraya taşınması, devlete verilen maddi zararlar, ikide bir değişen kararların hepsinde Dr. Ali Pilli’nin sorumluluğu vardır…
Aslında; K.T. Tabipleri Birliği, mahkemeye başvurmasaydı, Pandemi dönemindeki tüm yetkiler “Sağlık Üst Kurulu”na geçmeyecekti…
Dr. Ali Pilli de, 9 ay boyun eğdiği UBP’nin ve Başbakan Tatar’ın siyaseti doğrultusunda “emir kulu” işlevsizliğine devam edecekti…
Dr. Pilli’nin son aylarda “doktorluğu”nu anımsaması ve partisinin “siyaseti” ile çatışır duruma girmiş gibi görünmesi, bu kurulun “kapanma” konularındaki “net” tavırlarından dolayıdır.
Yoksa; bu kurulun göreve başlamasına kadar, Dr. Pilli çok daha kötü bir “performans” sergilemekteydi.
Bu nedenle; 18 Ekim’den beri yaşadıklarımızı “İyi doktor, iyi insan” düzleminde okumak ve Dr. Pilli’yi bunun üzerinden puanlamak mümkün değildir.
Onun partili bir “siyasetçi” olarak yönetilemeyen bir süreçteki sorumluluğunu göz ardı edemeyiz.
Galiba; yaşadıklarımızın asıl “püf” noktası da budur…
Ankara’da birileri; bizi bizden fazla seviyor ve bizim adımıza karar veriyor…
-Faiz Bey olursa, Ersin Bey ile kapışacaklar…
-Boş verin; kurultay murultay istemez…
-Şimdilik Ersan Bey’i oraya oturtalım…
-Maliyeciyi Eğitim Bakanı yapalım…
-Tarımcı Maliye’ye geçsin…
-Ünal Üstel’i affedelim…
-Eroğlu ailesini gücendirmeyelim…
-Dr. Pilli’ye istirahat verelim…
Bu kadar kısa sürede bu kadar “karışıklık” uzman ellerden çıkmış bir projeye benziyor…
Aslında yapılan büyük bir itibar suikastıdır…
Ülkenin en büyük partisinde, kişiliği alaturka yöntemlerle ayaklar altına alınmayan siyasetçi bırakılmamıştır…
Oradan oraya savrulanlar, bu “itibar” sabotajlarından sonra, birer “ezik” siyasetçiye dönüşmüşlerdir.
UBP, bunlara “alışkın” olabilir… Bunları sineye de çekebilir…
Ama; Kıbrıslı Türkler, bu hoyratça itibar kayıplarının siyaset kurumuna verdiği zararı artık kaldıramayacak duruma gelmişlerdir.
Ankara’daki “abiler” buna aldırmasa da, bilinsin ki bu “öfke” giderek büyümektedir…