Cyprus Mail gazetesi geçen günkü başyazısında “Cenevre” için şöyle diyordu:
It’s now or never… “Ya şimdi, ya da asla…”
1960’larda ortalığı kasıp kavuran bu Elvis Presley şarkısında bir tümce daha vardı:
“Yarın çok geç olacak…”
Gerçekten öyle mi?
Hiç sanmıyorum… Cenevre’yi “Yolun sonu” olarak da görmüyorum…
Kuşkusuzdur ki Cenevre; Kıbrıs sorunu bağlamında bugüne kadarki “en önemli kavşak”lardan biridir…
Ciddi bir “yol ayırımı”dır…
Ama, dünyanın sonu falan da değildir…
Olursa olacak, olmazsa da “statüko” aynen devam edecek…
“Artık bu son olsun” diyen seslerin önemli bir bölümü;federal çözümü içine sindirememiş ayrılıkçı kesimden yükseliyor… Eski “hayaller” yeniden gündeme taşınıyor… “Kadife ayrılık”tan tutun da, tanınmaya kadar uzanan gerçek dışı “beklenti”ler pompalanıyor…
Oysa; BM’nin Kıbrıs için ortaya koyduğu “çerçeve” bellidir… BM’nin uzlaşma sağlanmadı diye tüm Güvenlik Konseyi kararlarını yok sayıp “Haydi olmadı, ayrılın bakalım” demesi, akıl ve mantık dışıdır…
Bu süreçte; Eide Rumların talepleri karşısında sinir krizleri geçirse de, Guterres apaçık biçimde Anastasiades’i ve Koçias’ı hedef alıcı çıkışlar yapsa da, (Kendi geleceklerini riske atıp yapsalar bile…) gene de BM örgüt olarak yıllardan beridir çizdiği “çerçeve”nin dışına çıkmaz…
Öyle “tanınma”ymış, AB’ye Kıbrıslı Türkler’in tam üyeliğiymiş gibi hayaller de boşunadır…
Bunların hiçbirisi, olmayacak…
Cenevre’de “ayak sürüyenin” Anastasiades olduğu, Koçias olduğu belirlense bile ne BM ne de AB tavır alabilecek durumdadır…
BM’nin Güvenlik Konseyi’nde Rusya varken, bu mümkün değil… AB’de ise bir üye devletin (Kıbrıs Cumhuriyeti) Başkanı’na karşı Türk tarafını “haklı” gösterebilecek zırnık kadar adım atılmaz…
Üstelik; Cenevre öncesinde Kıbrıs Rum-Yunanistan tarafının bu “çevrelerde” başarılı bir “lobicilik” yaptığı da anlaşılıyor…
Geçen akşam, Rum tarafındaki bir etkinlikte şunu söyledim:
“Cenevre, çok geç kalındığı için yanlış bir zamana denk geldi… Rum tarafında seçimler bu kadar yaklaşmışken, sağlıklı bir müzakere ortamı beklemiyorum… Anastasiades, Rum siyasal partilerini de oraya taşıyacağına göre, Cenevre’nin bir “seçim platformu”na dönüşmesi tehlikesi vardır… Orada; Anastasiades ile karşıtlarının tam bir “milliyetçilik” yarışına girmeleri ve “ortak düşman” Türkiye’ye saldırıda tüm maharetlerini sergilemeleri büyük olasılıktır…”
Bir süreden beridir Anastasiades’in attığı her adım ne yazıktır ki “seçimlere” yöneliktir…
Gündemi aniden “Güvenlik ve garantiler” çıkışı ile belirlemesi ve herkesi arkasından sürüklemesi bunun göstergesi değil mi?
Aslında, Anastasiades’in görüşme masasında bu iki konuya öncelik talep etmesi ve bundan sonra da “mülkiyet”in görüşülmesini istemesi “anlaşılabilir”dir…
Kendimizi Rum liderin yerine koyarsak, kendisine hak vermemiz gerekiyor…
Ancak; Anastasiades, bunu çok önceden yapmalıydı… Bu fırsat kendisine Mont Pelerin’de de, ilk Cenevre görüşmelerinde de verilmişti…
Ancak o başka “manevralar”la uğraştı… Şimdi ise, tam da seçim havasına girince şapkadan “güvenlik ve garantiler”i çıkardı…
Neden? Çünkü Başkanlık seçimlerinde yeniden seçilmesi için“Güvenlik ve garantiler”in üzerine gitmesi, Türkiye’ye yüklenmesi “iyi satacak” malzemelerdi…
Kamuoyu araştırmaları ona bu doğrultuda ciddi sinyaller verdi…
Bu yüzden; Anastasiades Cenevre’ye giderken, kendi yarattığı gündemle ve öncelikleriyle “avantajlı” bir durumda gidiyor…
Olası bir “çöküş” yaşanması halinde ise, kimi hangi argümanla suçlayacağı daha şimdiden bellidir…
Üstelik Akıncı’yı suçlaması da gerekmeyecek… Seçimi kazanması için Türkiye’ye saldırması yeterli olacaktır…
Yarın Cenevre’de başlayacak görüşmelerde ise Türk tarafını çok “hazırlıklı” gördüğümü belirtmeliyim…
Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı’yı Türkiye temaslarından sonra daha bir “rahatlamış” gördüğümü söylemeliyim…
Kendisi ile konuşurken, Cenevre’de “zorluğun” Türkiye’den kaynaklanabileceğine dair bir izlenim edinmedim…
Tam tersi, Rumların “Sıfır asker, sıfır garanti” pozisyonlarının “katılığı” belirleyici olacak…
Garantilerde bir “mekanizma” kurulmasını, bazı sınırlandırmalarla bir “orta yol” bulunmasını kabul edecekler mi? Yoksa müzakere etmeyi bile reddederek ta başından Cenevre’yi kilitleyecekler mi?
Ha… Bu arada, Kıbrıslı Türkler’in diğer dört başlıktaki taleplerini kimse konuşmuyor…
Oysa “Dönüşümlü Başkanlık”,siyasi eşitliğinher federal kurumda görünür kılınması, hissedilmesi, kararlara etkin katılım gibi yaşamsal önemdeki konular çözüm bekliyor…
Anastasiades bunlarda nor diyor, Peygamber demiyor…
Bir de şu: Türkiye, bu süreçte özellikle garantiler konusunda eski “duruş”undan epey kımıldadı…
En azından bu “tabu”nun tartışılmasını kabul etti… Bir de “Mont Pelerin 3”te yazılı öneriler sundu…
Bu konuyu tartışabileceğini gösterdi…
Rum tarafı ezelden beri ne istiyordu?
Türkiye ile bu konuları “doğrudankonuşmalıyım,” demiyor muydu?
İşte Cenevre, onlara bu fırsatı sunuyor… Üstelik Türk tarafı bu konferansı ısrarla isterken, Rum tarafı naz ediyordu…
Şimdi tüm şartlar oluştu… Rum tarafı masadaki tüm konuları “birbirine bağlı” olarak konuşabilecek…
Türkiye ile doğrudan pazarlığa bile girebilecek…
Yani; her olumlu anlamda bir “sürpriz” de olabilir…
Ama; Anastasiades yine seçimlere ve kazanması için gereken “milliyetçi oylara” oynayacak… Kazanmasını tehlikeye atacak hiçbir şeyi kabul etmesini beklemeyelim…