“Kıbrıs’ta Kuran Kursları kapatılıyor” şeklinde, TC’nin “yandaş” medyasında koparılan fırtına, aslında kocaman bir yalan…
Gerçek şu: Kıbrıs’ta din öğretimi, hafızlıkla ilgili kurslar, dinsel yatırımlar, yasal alt yapı, kurumlaşma gayretleri hepsi; bu günlerde “altın çağını” yaşıyor…
Hatta denilebilir ki, kimsenin tanımadığı bu “laik” devletçik; AKP’nin “dinsel dönüşüm” politikalarının adeta “laboratuvarı” haline dönüştürülüyor… 
KKTC Anayasa Mahkemesi son kararında şunu söyledi: “Bizim bir Anayasamız var. Bunun 23. maddesinde “Din eğitim ve öğretimi, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır…” diyor.
“Gözetim ve denetim” görevi ise; 17/1986 sayılı Milli Eğitim Yasası’nın 12. maddesinin 2. fıkrasına göre Eğitim Bakanlığı’na verilmiş.  
Yasa çok net olarak şunu söylüyor:
“Eğitimle ilgili her türlü etkinlik, Kıbrıs Türk Milli Eğitiminin genel amaçlarına uygunluğu bakımından Bakanlığın gözetimi ve denetimi altındadır.”
Yani; her aklına esen Hacı Hoca “Kuran Kursu” açmasın, çocuklarımız tarikatlara teslim edilmesin diye böylesi hukuksal düzenlemeler yapılmış geçmişte…
Bundan üç yıl önce, AKP’li Din İşleri Başkanı’nın (AKP’den aday adayı olmuştu) marifetiyle, KKTC Meclisi’nden geçirilen bir yasayla “Din İşleri Komisyonu” oluşturulmuş, bu komisyona da özellikle özlük hakları konularında başka yasalarla çelişen yetkiler verilirken, bu yetkiler içine “Hafızlık Eğitimi” de sıkıştırılmış…
Niyet ne?
Kıbrıs’ta dinsel kurumlaşmayı güçlendirmek… Eğitim Bakanlığı’nın “gözetim ve denetiminden” kaçmak…
Oysa Kıbrıs’ta terzi kursu, okuma yazma kursu, kuaför eğitimi bile Eğitim Bakanlığı’nın “gözetim ve denetiminde” yapılmak zorunda…
Bu nedenle de KKTC Anayasa Mahkemesi diyor ki; bu kurslar için Eğitim Bakanlığı’ndan önce izin alacaksın, ayrıca bu kursları aynı bakanlığın denetim ve gözetiminde yürüteceksin…
Yani, “laik” bir hukuk devletinde bu işler nasıl yürürse, bizde de öyle olacak, diyor…
Erdoğan, namaz çıkışı “hatalı” bilgilerle “yanıltılmış” olsa da; din üzerinden yargıya korku salmak, gündemi bir anda değiştirmek, alışkanlıkları arasında olduğu için, asıl “niyet”i gözden kaçırmamak gerekiyor…
Özellikle “Laiklik” üzerinden, hem kendisinin hem AKP sözcülerinin Türkiye rejiminin “laiklik anlayışı”nı Kıbrıs’a ihraç etmeye kalkmaları “iç politika”da kendi kesimlerini konsolide etme çabasından başka bir şey olarak nitelendirilemez…     
Aslında; kendi ülkesinin Anayasa Mahkemesi tarafından oybirliği ile “Laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” olarak mahkûm olmuş bir partinin genel başkanı, elbette kendi “laiklik” anlayışının Kıbrıs’taki ile örtüşmediğini görüyor ve bunun için de Kıbrıslılara ateş püskürüyor…
Ancak, bu kadarla kalmıyor Sayın Cumhurbaşkanı… Tanıdığını iddia ettiği bir ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı kendi kitlesine doğrudan “hedef” gösteriyor…
Ağıza alınmayacak bir aşağılama dili kullanıyor… En kötüsü; “KKTC Anayasa Mahkemesi Başkanı bu yanlıştan süratle dönmelidir. Tavır değişti, değişti… Değişmediği takdirde…” şeklinde apaçık biçimde tüm Kıbrıslıları tehdit ediyor…
Sayın Erdoğan; hem KKTC’yi, hem de Anayasa Mahkemesi’ni “itibarsızlaştırmak”la uğraşırken, aslında kendi tezleri konusunda hem bize hem de dünyaya iki ciddi “açık” veriyor…
Birincisi; Kıbrıs’ta “iki eşit devlet” biçimindeki hayali tezini bir anda kendi elleriyle boğuyor… Hem “egemen eşit iki devlet” istiyor, hem de “tüm kurumları ile orası tam bir devlet” dediği KKTC’nin, en saygın kurumlarının başında yer alan Anayasa Mahkemesi’ni aşağılıyor, kararını tanımıyor, üstelik kararını değiştirmesini talep ediyor…
Ne kadar gariptir ki, tüm bunları söylediği saatlerde, kendi Dışişleri Bakanı Lefkoşa’da, 27 Nisan’da Cenevre’de yapılacak Beşli görüşmelerde Türk tarafının “iki devlete dayalı” tezini medya mensuplarına anlatmaya çalışıyordu…
Ama; tüm bunların dışında Sayın Erdoğan, KKTC’yi itibar kaybına uğratmaya çalışırken, tehditle Anayasa Mahkemesi Başkanı’na “ayar” çekerken, söyledikleriyle bize “gizli ajanda”sı hakkında önemli ipuçları veriyordu…
“Türkiye’deki uygulamalar ne ise bunları orada uygulama safhasına geçireceksiniz” derken, “orası Fransa değildir” derken, beyninde nasıl bir “Kuzey Kıbrıs” biçimlendiğini görmemek, anlamamak mümkün değil…
Erdoğan’ın düşünde yer ettiği anlaşılan ve iç politika koşulları elverdiği zaman ortaya atacağına giderek daha fazla inandığım “tez”i “Türk Enosisi”dir…
Bu çıkışları yaparken; aslında Hatay modeli “ilhak”a giden yolun parkelerini döşediğini sanıyor…
Kıbrıs’ta ise; artık, “Kuran Kursları yasaklandı” dediğinde, ortalığı kasıp kavuracak bir “ahali”ye sahiptir ve buradaki siyaset kurumu da AKP’nin istediği biçimde şekillenmiştir.
Bizzat kendi elleri ile koltuğa oturttuğu, Ersin Tatar ile Ersan Saner, emrine amadedir…
Zaten biliyoruz…
“Beşli Görüşmeler”de Mevlüt Çavuşoğlu; dünyaya bir meydan okuyacak…
Yunan’a, Rum’a rest çekecek…
Masa da Türk tarafının üzerine devrilecek…
Kıbrıslı Türklerin “çözüm ümitleri” soldurulacak…
Mehter Marşı eşliğinde televizyon dizilerinin “gaz”ıyla 2023’e doğru koşar adımlarla gideceğiz…
“İlhak” teorisi denemeleri bunlar… Yerseniz…