Savaş yapmak da politikadır…
Barışı kurmak da…
“Mutfakta yangın var” diye başlık atmak da politikadır,
“Beni bu işe karıştırmayın” demek de…
Herşey; ama herşey “politika” ile izah edilebilir…
Ama sakın ola; Marx’ın, Engels’in, Lenin’in hemfikir oldukları, analiz ettikleri “politika” ile bizim ülkemizde sokakta dolanan “politika”yı karıştırmayalım…
Bu büyük ustaların tanımladığı, savaş ve barışla izah ettiği politika; her toplumun yaşamında ilk çağlardan beri hep var olmuştur ve dünya durdukça da var olacaktır…
Bu bilimsel tanımlamada, “politika dışı” ya da “politika üstü” gibi politikayı itibarsızlaştıran terimlere yer yoktur…
Herşey; politika ile izah edilebilir…
Ancak, bizde Coronavirüs sürecinin başından beri; “Aman sakın ha politika yapmayalım” diyerek, yapılanlar, aslında politikanın “alaturka” versiyonundan başka bir şey değildir…
Bilimi inkâr eden, politikayı aşağılayan, toplum gözünde küçük düşüren, kirleten bu “yaklaşım”a ben “parti politikası” demeyi tercih ederim…
İsteyen “sokak politikası” da diyebilir…
Hatta “mahalle politikası” dersek “cuk” diye yerine oturur…
Bu hükümetin; Corona sürecinde “mahalle politikası” nitelikli pek çok kararı ve uygulaması vardır…
Bu “politika”nın temeli; popülizmdir, parti yararına odaklanmadır, siyasi avantaj peşinde koşmaktır, politikacının kişisel geleceğine yatırımdır…
Örneğin; kamu çalışanlarının maaşlarını “kırpmak” bir politikadır…
Hükümet; “iç borçlanma”yı bankalardan sağlamak yerine, kamu çalışanlarından faizsiz olarak “gaspetmeyi” tercih eden bir “politika” uygulamıştır…
Mevcut “olağanüstü” durumu; muhalefetin “yumuşaklığını” sendikaların tutukluluğunu istismar ederek böyle bir politika oluşturmuştur…
Aynı hükümetin, kamu çalışanlarından kestiği parayı “aniden” geri vermeye karar vermesi de bir “politika”dır…
Popülisttir, kötü niyetlidir, yaklaşan seçimler için rüşvet niteliklidir ve düzeyden yoksun bir “mahalle politikası”dır…
Mahallenin politikacısı; üç ay boyunca maaşlara artış gibi; kestiklerini geri verecek, buna karşılık da kamu çalışanı koşa koşa Ekim seçiminde kendisine oy verecektir.
“Mahalle politikacısı”nın hayali budur… Hesabı budur…
Yine bu süreçte; başka “politika”lar da ortaya çıkmıştır…
Örneğin; hangi kesimlerin korunduğu, kollandığı ve hükümet partilerinin tercihleri, bir “mahalle politikası” tavrı ile ortaya çıkmıştır…
Bu hükümetin, emekçi kesimlerini değil; bankaları ve müteahhitleri “koruyup kolladığı” bu iki kesime ayrıcalıklar ve öncelikler sağlaması ile netleşmiştir.
Hükümetin; özel kesim emekçilerine verdiği “maaş desteği” de bir “mahalle politikası”dır…
Bunu; en azından beş ay süreyle vermemesi ve bir ay sonra bu işten “farıması” da bir “politika”dır…
Hükümetin; bu süreçte bütçeden bir tek kuruş koymadan bu işleri yürütmesi, borçlanmaması, yükü kamu çalışanın omuzuna yerleştirmesi de bir politikadır…
Bütün bu para işlemlerini “bankalar üzerinden” yürütmesi ise, mahalle politikasının katmerlisidir…
Hele “faiz destekli kredi” projesi, tam bir popülizm abidesidir…
Tüm ihtiyaçlı işletme sahipleri bankaya koşacak, yüce “devletimiz” de yüzde 3 bir “katkı”da bulunacak…
Yani; muhtaç olanlara “katkı” gibi sunulan bir icraatta bile, asıl kazanç sağlayacak olan kesim bankalar olacak…
Peki başka?
İşte “barikatlar” konusu…
Barikatlar Bakanı, Pazar akşamı yeni açıklamalar yaptı. Hepsi kendi “daracık” mahalle politikalarının ürünü…
Bütün hesap-kitap; Rum tarafı ile varılan “mutabakatları” torpillemek…
Akıncı’nın Anastasiades ile saptadığı “yol haritası”nı bozmak…
Ankara’ya “Biat” konusunda şampiyonluğu elden bırakmamak…
Dikkat ettiniz mi?
Rum tarafı “koşullu” olarak tüm barikatları açarken, Türk tarafı bazılarını kapalı tutmayı sürdürecek…
Sanki; bu biçimde “sağırlar diyaloğu” ile bir yere varılabilirmiş gibi…
Sonunda ne olacak biliyor musunuz?
“Sayın Başkan” diyecekler, Anastasiades’le bir konuş da, ortak önlemler almazsak, bu iş her iki tarafın vatandaşlarının zararına olacak.”
Tıpkı “yangın” işinde olduğu gibi…
Peki tüm bunlar ne?
Elbette “mahalle politikası”…
Bakanlar Kurulu’nun sağlıkçıların “Bilimsel uyarı”larını bir kenara iterek Türkiye’yi A kategorisine alması, giderek artan vaka sayısına rağmen bu konuda yeni bir karar üretememesi ne oluyor?
Elbette “mahalle politikası…”
Ya Ankara gücenirse, ya Zirvedeki bize kızarsa…
Bütün bunlar “et ve tırnak” politikasının sonuçları…
AB’nin, Dünya Sağlık Örgütü’nün, hatta BM’nin bu coğrafyada sözünün geçmediğini göstermek neyin nesi?
O da “mahalle politikacısı”nın pohporozluğu elbette…
Şu; “Epidomiyolojik Rapor”un ısrarla ve inatla hazırlanmaması ne demek?
O da bir “politika”… Katmerli “mahalle politikası…”
Kıbrıslı Türklerin aşağılanmasına neden olsa da, bizi bir “Guru kalabalık” gibi gösterse de bunu umursamamak ve rezil olmak pahasına inadını sürdürmek ne demek?
Bu da mahalle politikacısının “daracık” vizyonundan mahalleye dökülen pislik demek…
Böylesine politikalarda pisliği kim temizler?
Elbette o ülkenin halkı…