Üzerine savaş bombaları yağdırılmış çok katlı binaların, kapısı penceresi sökülerek götürülmüş, duvarları yıkılmış evlerin önünde gülümseyerek “poz” verenin “ruh hali”ni hiç analiz eden oldu mu?
Yahu; burada tam 46 yıl önce bir savaş yaşanmış…
Oranın sakinleri; evlerini, olduğu gibi bırakarak terk etmek zorunda kalmışlar…
O kente yaşam veren insanların çoğu; artık hayatta değil…
Sen de “yerli turist” gibi, çocuğunu elinden tutup “Hayalet kent”e götürüyorsun…
Yıkık ve yağmalanmış binaların önünde “hatıra fotoğrafı” çektiriyorsun…
Ne demek şimdi bu?
Dünyaya “Biz bir şehri işte böyle yaparız” mı demek istiyorsun?
Fotoğrafta yüzler güldüğüne göre, “biz bundan büyük onur duyarız” mı demek istiyorsun?
Yakıp yıkmada, yağmada, ganimette “üzerimize yoktur” mı demek istiyorsun?
Ey “selfi” çeken kocaman şapkalı güzel kız;
Tarih derslerinde belli ki bu kenti sana anlatmamış hocaların…
Burasını bir “turistik müze” sanıyorsun…
Ey; barikatta “Bu mezbeleliği ilk ben göreyim” diyerek itiş kakış Maraş’a doluşanlar…
Gerçekten, hangi “heyecan”la, nasıl bir duyguyla baktınız o yok olmuş güzelim binalara?
Bu “yıkım”ın fotoğrafını çekerken neden gülüyor yüzleriniz?
Kendinizi Malazgirt ovasında mı sandınız?
Yoksa; Bedir, Uhud ya da Kureyza savaşında mı?
Gurur mu duydunuz yıkık ve yağmalanmış bir kenti seyrederken?
Hem belki siz bilmezsiniz ama, bu kenti “kaçarak” terk eden 50 bin insan yaşıyordu oralarda…
Bu önünde fotoğraf çektirdiğiniz evlerde; anıları, yaşanmışlıkları vardı…
46 yıldır orada kalan ve evini “uzaktan olsun” görebilmek için sabah akşam dualar eden insanları bir “toplu eziyet”ten geçirmek değil midir şimdi yapılan?
“Geliniz, uzaktan bakınız ve gidiniz…” diyerek çekecekleri işkenceden zevk mi alacağız?
Birkaç kilometrelik bir asfaltta “yıkıntılar arasında” gidip gelmek, kumlarda yalınayak “azacık” yürümek, insanda “insani” bir keyif yaratabilir mi?
Bir savaştan “arta kalanları” tablo gibi seyretmek, insana nasıl bir “huzur” verebilir ki?
Mağusalılar dar bir alanda “sıkışıp kalmış” da, burasını açınca rahat nefes alacaklar diye “savunma” yapmak, aklımızla dalga geçmek değil midir?
Bu aniden döşenen asfaltta 44 yıllık yıkıntılara bakarak yürürken, insanın “rahat nefes alıyor” olduğunu mu sanıyorsunuz?
“Milliyetçi” oyları Ersin Tatar’a yönlendirmek için, böylesine bir “ani” çıkış planlayarak, ta
Ankaralarda tören yaparken, bütün dünyanın Türkiye’yi “ayıpladığını” görmediniz mi?
BM Güvenlik Konseyi; size “Bu kararı geri alın” dediği halde, buna adeta “misilleme” yaparak ve hele hele çocukları Maraş sahiline toplayarak orada “özel kahvaltı” show’ları düzenlemek, nasıl bir “dünyaya meydan okumak”tır Ya Rabbim?
Sayın TC Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın Maraş’ta kumlar üzerinde çocuklarla “kahvaltı” yapması, dünyaya nasıl bir “mesaj” vermeyi amaçlıyor acaba?
“BM’yi de, AB’yi de tanımayız. Burası bizim. İstediğimizi yaparız” mesajının Kıbrıslı Türklere nasıl bir faydası olabilir ki?
Kendi ayaklarımıza Ankara’dan kurşun sıkmak, ancak bu kadar acemice olabilir…
Sonuçta; bu “açılım”ın Türkiye Cumhurbaşkanı’nın “direktifi” ile yapıldığını tüm dünya canlı yayında öğrendi.
Türk dış politikasına yapılan tahribat; 44 yılda Maraş’a yapılandan daha fazladır herhalde…
Rum ve Yunanlılar, Maraş konusunu dünya gündemine taşımak için bu harika fırsatı kaçırmadılar.
Şarkılarla, kliplerle, şiirlerle, sergilerle ve sosyal medyada birkaç dilde propaganda videoları ile 1974’ü ve “Maraş”ı; barbarlık, işgal ve vandallık terimleri ile süsleyerek aleyhimize kullandılar…
Sonuçta; Türkiye ve Kıbrıslı Türkler olarak, bu “show”dan hiçbir şey kazanmadık…
Üstüne üstlük, AİHM’e Türkiye’nin verdiği güvence sayesinde, Maraş’ta malının iadesini bekleyen 338 dosya sahibi Rum, “Taşınmaz Mal Komisyonu”nun kararını bekliyor…
Ankara’nın önünde; Maraş’ı askeri bölge olmaktan çıkarmak ve bu Rumlara mallarını geri vermek gibi bir “sorumluluk” var…
Anlaşılan odur ki; Türk tarafı mescit onarımı yaparak, park açarak, sahil şeridini düzenleyerek “Maraş’ı açtım” diyecek ama asıl gerçek; mahkeme baskısı ile Rumlara mallarını iade etmek zorunda kalacağıdır…
Bundan sonraki aşamada soru şudur: Maraş’ın altyapı onarımları için Ankara para gönderecek mi? Yoksa “Şerefiye Vergisi” talebini ileriye götürerek bu “yıkım”ı sonuçta biz mi ödeyeceğiz? Bu da henüz net biçimde ortaya çıkmış değil…
Ama “net” olan bir başka gerçek vardır: Maraş, daha uzun yıllar her türlü “politik gösteri”ye alet olacak… Türk milliyetçisi, Türk müteahhidi “iştah”la oraya bakmayı sürdürecek ama, öte yandan da AİHM karşısında “boynu bükük” yarıbuçuk adımlar atılacak…
Aslında yalnızca Maraş değil; bundan böyle tüm Kıbrıs, Doğu Akdeniz’deki her türlü “gerginlik”ten payına düşeni alacaktır.
Burası; belki de gerginlik üretmede bir “ana üs” olacaktır…
Maraş’la ilgili Ankara’nın ani “çıkış”ı; kaygılanmamız konusunda bize önemli ipuçları vermektedir…