Bu hafta Kıbrıs’ta “aşk” haftasıydı…
14 Şubat “Sevgililer Günü”nde evlerinde kapalı kalanlar, yasaklamalar kalkınca içlerindeki “aşk”ı “billboard”lara döktüler…
Bir sabah uyandığımızda, bir de baktık ki her tarafta “Love Erdoğan” yazıyor… Hatta bir pano “Ağabi Erdoğan” diye adeta bağırıyordu…
Kıpkırmızı panolarda, kocaman beyaz yazıların arasına “kalp” görselini de yerleştirmişler…
Yani; lafta değil, slogan da değil, gerçek bir “ilan-ı aşk” mesajı bu…
Gençlerin işi tabii…
Lefkoşa’da, belediye memuru Erdoğan, her tarafta bu panoları görünce, “teşekkürler arkadaşlar ama hiç de gereği yoktu” diye paylaşımda bulundu…
Erdoğan’ın doğum günüydü ve belediyede son günlerde çok yoğun biçimde çalışıyordu…
Sevindi bizim gariban Erdoğan…
Aradan bir süre geçince, aynı panoların, Mağusa’da da şehrin her tarafına yerleştirildiği görüldü…
İşte o anda, meraklılar; Erdoğan’ın, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu anladılar…
Ancak; yine de böylesine bir “ilan- aşk”; muhafazakâr İslamcı bir partinin başkanına pek de uygun düşmüyordu…
Birincisi; bu koyu kırmızı renk ne?
İkincisi; çılgın aşıkların kalp logosu, dinimiz bakımından ne kadar uygundu?
Üçüncüsü; “love” bir İngilizce sözcüktü ve Müslüman erkek bir siyasetçi için çok da yerine oturmuyordu…
Dördüncüsü; böylesi bir “ilan-ı aşk”ı Türkçe ya da Arapça yapmak daha yakışık olmaz mıydı? Neden İngilizce ve Rumca yazılmıştı?
Sosyal medyada “cepheler” netleşmeye ve “Erdoğan’ı sevenler” ile “sevmeyeneler” birbirlerine girmeye başlayınca, bundan etkilenen bir grup gencimiz, gece karanlığında operasyona çıktı ve Mağusa’da siyah “sprey” boyalarla panolardaki “Erdoğan”ın üzerine çizikler attı…
Ayrıca bir panonun üzerine de “El Diablo” (Şeytan) grafitisi yaptılar.
Arkasından sosyal medya patladı tabii...
Türk insanı “hayal gücü”nü kullanarak, müthiş “yaratıcı” fikirlerle olaya katkı koydu.   
Ancak; Mağusa’da panoları sprey boya ile karalayan ve “Şeytan” grafitisi yapan gençler, bir şeyin farkında değillerdi…
O sırada MBS kameraları kayıttaydı ve “Erdoğan karşıtı” gençlerin görüntüleri, anında Polis merkezine düşmüştü…
Gençler; Kıbrıs’ta artık her sokağa, her dönemece, her caddeye “güvenlik kameraları” yerleştirildiğini akıl edememişlerdi…
Kocaman, hantal demirden kurulmuş “tak”lar üzerindeki yedi adet kamerayı küçümsediler…
Oysa; bu demir yığını çirkinlik abidesi kamera ayakları, Ankara’da “dizayn” edilmiş, orada montajı yapılmış ve “yavruvatan”a hediye edilmişti…
Türkiye, bu ülkenin “güvenliği” için kurduğu, onlarca milyon harcadığı “kamera sistemi” ile buralarda yaprak kımıldasa “anında” haber alabiliyordu artık…
Kaçmazdı yani…
Polisin gözünden, Ankara’nın gözünden hiçbir şey kaçamazdı…
Bu olayda da; bu kameraların ne kadar işe yaradığı, tüm topluma gösterilmiş oldu…
Anımsatalım; belediye başkanlarından biri “bu demir yığını, kentimde görsel kirlilik yaratıyor” diyerek eylem yapmıştı, saatlerce dikilmek istenen direklerin önünde direnmişti… Olay polislik olmuş, ancak arkası gelmemişti…
Bu ülkede şu anda özellikle kasabalar, bu demir yığınları ile kirletilmiş, kentlerin görünümleri bozulmuştur ama ayağa kalkıp “Biz kamera istemiyoruz” diyecek “takat” ne yazıktır ki hiçbir belediyemizde bırakılmamıştır…
“İstemeyüz” demek, AKP’ye meydan okumak anlamına geliyor ki, belediyelerimiz özellikle 18 Ekim Darbesi’nden sonra, operasyonla teslim alındıkları için, onlardan bunu beklemek ölü gözünden yaş beklemek olur…
Tabii ki, konumuz kameralar değildi… Ancak “her yol AKP’ye çıkar” misali, Ankara’lara kadar uzanmak zorunda kaldık…
Tekrar, Mağusa’ya, Polis Müdürlüğü önüne dönelim…
Polis, yeni “oyuncağı” Ankara’nın hediyesi kameralar sayesinde, üç genci tutukladı. Gençler “Uygunsuz harekette bulunma” iddiası ile 7 saat alıkonuldular. “Sol Hareket” Genel Sekreteri Abdullah Korkmazhan’ı da “Kasti hasar vermek için gizli ittifak oluşturmak”tan gözaltına aldı.
Tabii sosyal medya sayesinde anında olay tüm Kıbrıs’a yayılınca Mağusa Polis Müdürlüğü önünde büyük bir kalabalık toplandı. Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı da olay yerine gitti. Gençlere dava okundu, telefonlarına el konuldu ve serbest bırakıldılar.
Ancak olayın asıl “arka planı” işte o anda anlaşıldı…
Meğer; AKP Gençlik Kolları Mağusa Şubesi, “panolarımıza saldırı yapıldı” diyerek polise şikayetçi olmuşlar…
Avukatlar, aradılar taradılar, böyle bir “şube”nin Kıbrıs’ta faaliyet göstermesi yasa dışı… Hiçbir yerde kaydı yok ve ülkeye “ilan-aşk” panoları yerleştiriyor, polise gidip şikâyetçi olabiliyor… 
Bu olayda, Akıncı’nın uyarısı; hem Türkiye’nin, hem de bizim “muhalefet” partilerinin kulağına küpe olmalı:
“Türkiye’deki siyasal anlayışların buraya taşınmış olması, bu topraklarda hukuksuzluk ve huzursuzluğun artmasından başka bir işe yaramayacaktır. Şu an Türkiye’de geçerli olan ve orada yaşayan milyonlarca insana dayatılan demokrasi ve hukuk normları, Kıbrıslı Türk toplumunun benimseyeceği ve layık olduğu düzeyde değildir. Bunu kabullenmemiz mümkün değildir.”