Yıl 1997… Türkiye’de Ecevit Hükümeti işbaşında… İsmail Cem Dışişleri Bakanı…
Henüz ortalıkta ne AKP var, ne de Erdoğan…
Bizim buralarda bütün ipler Rauf Bey’in elinde…
“KKTC’yi tanımazsa Klerides’le görüşmem” diyen Rauf Bey…
“Yüzyüze olmaz” diyerek masaya oturmayan Rauf Bey…
BM’yi beş tur “Dolaylı görüşmelere” zorlayan Rauf Bey…
Türkiye hükümetlerinin rüzgârı ile dünyaya meydan okuyoruz…
KKTC’nin o zamanki Dışişleri Bakanı Taner Etkin, Eylül ayının sonunda BM genel kurul toplantıları için New York’a gidiyor…
ABD’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Richard Holbrooke, Taner Etkin’le kaldığı otelde kahvaltıda bir araya geliyor…
Etkin, önceden hazırlanmış bir kağıttan okumaya başlıyor:
-Egemenliğimiz ve iki ayrı devletin tanınması…
Kaşları çatık Holbrook, aniden çatalı masaya bırakıyor…
“Bunlarla bir yere varamayız. Siz ayrı devlet ve tanınmadan bahsedecekseniz bir yol alamayız…” diyor.
Arkasından, AKP iktidara geliyor. Annan günleri başlıyor… 25 Şubat 2004’te Denktaş, Papadopulos’la görüşmeye gidecek…
Türkiye’den bir Dışişleri Heyeti Kıbrıs’a geliyor. Heyetin başında Müsteşar Yardımcısı Baki İlkin…
AKP ve Erdoğan rüzgârları “sert” biçimde esmeye başlıyor…
Cumhurbaşkanı Denktaş, Türkiye yönetimleri ile kurduğu tarihsel “uyum”u, Erdoğan’la kuramıyor… Burnundan soluyor…
TC Dışişleri Heyeti’ne şunları söylüyor:
“Kıbrıs’ı veriyorsunuz, Biz kahroluyoruz. Tayyip Bey bize bunu yapmasın lütfen. Lütfen bırakın ben çekileyim. Siz ve biz yıllarca bu halka bir şeyler vaat ettik. Şimdi başka şeyler yapıyorsunuz”
Heyet üyeleri şok oluyor, Baki İlkin alttan alıyor:
“Çözümsüzlüğün birtakım bedelleri olduğunu unutmayalım. 10 yıl, 20 yıl sonra neler olabileceğini de hesaplamak gerekiyor.”
Demek ki neymiş?
Egemenlik ve iki devlet “tez”leri, 20. yüzyılda ortaya atılan tezlerdi…
Şimdi; 21. yüzyılın neredeyse ilk çeyreğini doldururken, bunları “yeni” fikir diye yeniden tedavüle sürenlerin “akıl”larındaki “zor”u ortaya çıkarmak gerekiyor…
Aslında; rahmetli Denktaş’ın “egemenlik” kavgasının bazı “getiri”leri olduğunu görmezlikten gelemeyiz. Bu “şahin” çıkışlar sonucu, BM Güvenlik Konseyi kararlarında “siyasal eşitliğin” parametreleri berraklaştırıldı. Yine Denktaş’ın “iki devlet” ısrarı, federal yapının Rum tarafınca “ehveni şer” olarak algılanmasında etkili oldu.
Rahmetli Denktaş’ın “iki devlet” tezi; 20. yüzyıl koşullarında bugünküne oranla çok daha fazla “dinlenilebilir” bir tezdi.
Birincisi; Denktaş “devlet kurmakla” bir tarihi rüyasını gerçekleştirmişti… Bu “devlet”i tanıyan olmamıştı ama kendisi “kurucu”ydu ve “ayrılıkçı” politikalarından milim geri atmak istemiyordu…
AKP’ye ve Erdoğan’a kırgınlığı ve öfkesi; yıllardan beri savunduğu “tez”inin bir anda berhava edilmesiydi.
Kendisini “devredışı” bırakmak için AKP’nin Kıbrıs’a gönderdiği kalabalık heyetlerin karşısında “tez”lerinden geri adım atmadı…
AKP’nin tezi “federasyon” idi ve TC’li diplomatlar “20 yıl sonrasından” söz ediyorlardı…
Bu “projeksiyon”ları doğru çıkmadı… 20 yıl sonra, Rauf Bey’in 20. yüzyıla ait “tez”lerine sarılmayı ve “ray değişikliğini” dünyaya ilan etmeyi denemeye kalktılar…
Denktaş; o 20 yıl sonrasını ne yazık ki göremedi…
Görebilseydi; çok şaşıracaktı… O diplomatların kızaran yüzlerine bir daha bakarak Erdoğan’a göndereceği mesajları yüzlerine okuyacaktı…
Aslında 20. yüzyılın sonlarına ait olan bu eski “tez”lerin o dönemde insanın aklını çelebilecek “altyapı”sı bugünkünden çok daha güçlüydü…
Herşeyden önce bu “tez”ler, dünyanın tanıdığı, tarihi kişiliğe sahip bir toplum liderinin ağzından çıkıyordu. Uluslararası konjöktürde bu küçücük “devletçiğin” görünürlüğü çok daha fazlaydı. Dış dünya ile daha çok bağlantıları vardı. BM’de daha fazla “söz sahibi” konumundaydı. İslam Ülkeleri Teşkilatı’nın birçok kurumunda temsil ediliyordu.
Bu yüzden “kurucu” kadroların “rüyası” gerçekçi olmasa da, bu “fantezi”yi kurmaya ve ilk denemelerini yapmaya, bugün hiçbir derinliği olmayan siyasi çaylaklardan çok daha fazla hakları vardı.
Bunu 20. Yüzyılda bol bol yaptılar… ABD’lileri, BM yetkililerini, İngilizleri, İslam ülkelerini, AB yetkililerini “iki devlet”le yıllarca meşgul ettiler.
Sonra Kıbrıslı Türkler,  dünyada “uluslararası hukuk” içinde gerçekleştirdikleri ilk resmi referandum ile “federasyon”a yüzde 65 dolayında destek verdiler ve bu eski “tez”leri tarihe gömdüler.
Bütün bunlardan sonra; 27-29 Nisan'da Cenevre'de yer alacak olan “Beşli gayrı resmi görüşmeler”de 23 yıl önce Taner Etkin’in okuduğu kağıdı, Ersin Tatar okumaya başlayınca ne mi olacak?
23 yıl önce ne olduysa aynısı olacak…
Kıbrıslı Türkler, 23 yıl önce, “devlet” değillerdi, ama bir “toplum” olarak kabul görüyorlardı. Şimdi ise, “iki devlet” hayaliyle ayrılıkçı politika güden AKP ve Tatar yüzünden “toplum” statüsünü bile kaybetmeleri söz konusudur…
Tam da “kendi ayakları üzerinde durma” hedefinden uzaklaşan, TC’ye olan bağımlılığı bir o kadar artan bir “yönetim” durumuna düştüğümüz bir dönemde masaya “iki devlet” koymak, çözüm istememek demektir. Statüko devam etsin demektir. Bunun başka hiçbir anlamı yoktur.
NOT: Makalede sözünü ettiğim iki olay Aytuğ Plümer’in “Diplomasi Hatıraları” kitabından alınmıştır.