Crans Montana’da dünden itibaren, çok kritik bir aşamaya girildi…
Cayma, kıvırma, oyalama; gideyim bir sorayım da geleyim gibi mazaretler artık “taktiksel” değerini yitirdi…
BM Genel Sekreteri Guterres, Koreli Moon’a benzemiyor…
Görüşmelere Cuma günü vurduğu “damga” “arabulucu” gibi görünmese de, “hakemlik” sayılmasa da, bal gibi de “müdahale” idi ve işe yaradı…
Üstelik her iki taraf da, “garantörlerimiz” de, bu “müdahale”yi hoş karşıladılar…
Demek ki Guterres, hem nala, hem mıha vurmayı beceriyor…
Bir Akdenizli olarak, konuyu erken kavradı ve her iki tarafın ağzına birer parmak “bal” çalarak çekip gitti…
Gerçekten de dün başlayan hafta “Hem nala hem mıha” haftası değil mi?
Türk tarafı ne istiyor?
“Dönüşümlü Başkanlık” olsun…
Peki, Anastasiades, hiçbir şey almadan buna razı olur mu?
Başlangıçta olmuştu… Ama sonradan caydı…
“Dönüşümlü Başkanlık” ağızlarda sakız olunca korktu, geri çekildi…
Şimdi bunu almak için Türk tarafı da elini cebe atacak…
Belki de Güzelyurt bölgesinden bir miktar toprak daha vermek zorunda kalacak…
“Paket” dediğimiz bu işte…
Türk tarafı hep bunu istiyor ve öneriyordu…
Sonuçta geçen Cuma akşamı Gutterres’in ittirmesi ile Rum tarafı bunu kabul etti…
Artık konuları “teke tek” ele almak yok…
Bütün kartlar masada olacak… 
Buradaki sorun şu:
Başkanlıkta rotasyon ya da “etkin katılım” gibi konuların, güvenlik ve garantilerle ilişkisini üçüncü taraflar pek anlamıyor…
Hatta Eide bile bu “ilişki”nin nasıl kurulabileceğini, bunlar arasında nasıl bir “al-ver” olabileceğini anlayabilmiş değil…
Bu yüzden Türk tarafının “Pazarlığın” altı başlığın tümünde “iç içe geçmiş olarak” yapılması talebi bana göre “zayıf” bir argüman gibi…
Neyse ki “mini paket”i de bizimkiler kabul etmiş bulunuyor…
Tabii; Türk tarafının ciddi başka “zorlukları” da var…
Birincisi; Kıbrıslı Türkler’in büyük çoğunluğunun “talep ettiği” söylenen “garantiler”e ilişkin “tez”in günümüzdeki geçerliliği…
Başlangıçta “Garanti Anlaşması”ndaki “tek yanlı müdahale” sözcüklerinin iptali ile bu işin çözümleneceği sanılıyordu…
Ya da Anastasiades’in muhalefette iken sıcak baktığını bildiğimiz “Türkiye sadece kuzeyi garanti etsin” biçiminde bir değişiklik yeterli görülüyordu…
Ancak zaman içinde Anastasiades bu “pozisyonları” terk etti…
“Sıfır garanti” demeye başladı… 
Doğrusu; bizim dışımızdaki taraflara bir AB devletine, içinde yüzde 18 dolaylarında Türk yaşıyor diye AB üyesi olmayan bir devletin “garantör” olması pek “sempatik” gelmiyor…
Hatta Türk tarafı Rumlar dışında da “Neden AB’ye güvenmiyorsunuz?” şeklinde sorularla karşılaşıyor…
Bu durumda “garantiler” sadece bu yeni “devlet”in kurucu ortağı olan Türk tarafının güçlü bir “isteği”nden başka bir anlam taşımıyor…
Anastasiades; bu konuda AB’li dostlarından da destek görüyor…
Geçen gün Koçias, Yunan Parlamentosu’nun asker ve garantileri bir AB devletinde kabul etmeyeceğini söylemişti…
Yani; bu konuda Türk tarafını da tatmin edecek bir “sağlam mekanizma” üzerinde çalışılmalıdır…
Kıbrıslı Türkler, olası bir “saldırı”ya ilişkin taşıdıkları tarihsel korkularını yenecekleri, güven duyacakları bir yeni “yapı” görürlerse, referandumda “evet” diyecekler…
Ancak hepimiz bilmeli ve kabul etmeliyiz ki “garantiler” bir miktar sulandırılacak…
Bu konuda Türkiye, daha konferansın birinci gününde “ilk pozisyon” olarak bunu kabul ettiğini deklare etti…
Türkiye böyle bir “tavır” ortaya koyunca, bizim “etkin ve fiili”ciler suspus oldu…
“Garantiler”le ilgili “gık”ları çıkmazken, son iki gündür “Omorfocu” kesildiler…
Başbakan ve iki bakanı “Omorfo’yu ağzına alma” derken, Omorfo yanıyordu tabii…
Türkiye’nin “pişmiş aş”a ne kadar su katacağı Cans Montana’da önümüzdeki günlerde belli olacak…
Türkiye, bu “sulandırma”yı, Kıbrıslı Türkler’in diğer konularda alacağı “teklif”lere bağladı…
Böylece Crans Montana’da Avrupalıların anlayamayacağı bir “anavatan” kucaklayıcılığı sergiledi…
Ancak, Kıbrıslı Türkleri “koruma” yaklaşımı ile “garantiler”e katacağı su miktarındaki esnekliği çok fazla anlaşılamadı…
Bu yüzden biz “açılım” diyoruz, Rumlar “şantaj” diyor Mevlüt Çavuşoğlu’nun yazılı önerilerine…
Tabii; Türk tarafının hem İngiltere, hem de AB yetkililerince kolayca anlaşılamayacak bu “tez”lerine karşı, ikili masada talep ettikleri daha “makul” gibi görülüyor…
Antonio Guterres de zaten bu iki “denge” arasında hem nala hem mıha vurunca, her iki taraf da mutlu oldu…
Demek ki neymiş?
Her konuda “formül” aynıdır…
Talepleri yakınlaştır ve “orta yol”u bul…
İşte Guterres bunu başardı…
Dileriz; önümüzdeki Cuma gününe kadar “Kıbrıslılar”ın başaramadığını başaran Portekizli’nin ittirip kaktırması ile bir yere varılır…