Bir şehit çocuğunun, katledildikten yıllar sonra bulunan kayıpların kemikleri önünde poz veren siyasetçiye tepki duymasından daha doğal ne olabilir?
Özersay’ın “İnanın ağırıma gidiyor, canım acıyor…” demesi ve “insani” bir duyguyu paylaşmasından neden rahatsız oldu Sayın Tatar?
Neden Özersay’a kaba ve hoyrat bir dille verdi veriştirdi?
Demek ki “Eski defterler” hâlâ önünde açık duruyor…
Aslında Özersay; Tatar ile Hristodulidis’in geçen hafta ara bölgedeki Kayıp Şahıslar Komitesi laboratuvarında “kayıp kemikleri” önünde poz vermeleri üzerine “iyi niyetinizden kuşkum yok” diyerek kendi duygularını nazikçe aktardı…
“Bu kadar insani bir konuya çok daha İNSANİ BİR YERDEN BAKMAK ve EMPATİ YAPMAK çok mu zor?” dedi…
Üstelik adam, “lütfen beni yanlış anlamayın” diye de ekledi. Bu ziyareti yapan iki liderin iyi niyetlerini överek desteklediğini de açıkladı.
En azından bundan sonrası için hassasiyet gösterin dedi…
Çok haklıydı… Ama Tatar ne yaptı?
Vay efendim; geçmişte Eroğlu, Akıncı, Anastasiades de aynı kareler içinde yer almışlar, onlara hiçbir şey söylememiş de şimdi olayı politize ediyormuş…
Özersay çelişki içindeymiş, bireysel ihtirasları varmış, kadim değerleri politika malzemesi yapıyormuş, halk ona gerekli cevabı verecekmiş…
Belli ki, Sayın Tatar, okuduğunu da anlamıyor…
Olaya bir şehit çocuğunun “hassasiyeti” açısından bakamıyor…
Onun duygularını anlamaya çalışmıyor…
Şehit hamaseti bakımından mangalda kül bırakmayan bir siyasetçinin, bu olayda bir başka siyasetçiye gösterdiği orantısız ve gereksiz tepki, iç siyasetimiz açısından çok kaygı vericidir…
Oysa; “insani” bir konuyu, yani kayıplar konusunu istismar ederek, kendi politik tezlerini konuşmasında “araya sıkıştırma” kurnazlığına soyunan ve bizi tabii utandıran da bizzat Sayın Tatar’dır…
Ne yazıktır ki, geçen hafta iki liderin laboratuvar ziyareti tam da bu yüzden fiyaskoydu…
Her iki siyasetçi de, tam bir “show” peşindeydi…
Birbirlerine “gol atmak” için her fırsatı kullandılar…
Oraya “insani” bir konuyu desteklemeye gittiler ama birbirlerine çelme atmaktan geri durmadılar…
Ne yazıktır ki her ikisinin de “espri” yeteneği sıfır düzeyinde olduğu için, birbirlerine “geçirme” konusunda da acemice davrandılar…
Bu iki siyasetçinin “çap”ı ile eski liderleri kıyaslamak pek doğru olmasa da, bize Denktaş’lı, Klerides’li günleri anımsattılar…
En gergin ortamları bile esprileriyle kırıp geçiren iki toplum liderini…
Ersin Tatar, Denktaş’ın vazgeçilmiş, terk edilmiş “beni tanıyın sonra masaya oturayım” iddiasının peşinde koşmayı ve bunu kendisi icat etmiş gibi sunmayı sürdürüyor…
Dünyada hiçbir karşılığı olmadığını bile bile…
Hristodulidis ise, Crans Montana’yı “katleden” ekipteki baş sorumlulardan biri olduğunu unutarak, “çözümcü” bir yeni “imaj” çizmeye çalışıyor…
Tabii, Rum lider bizimkinden hayli avantajlı konumda…
Kendisine Tatar’ın sunduğu “altın fırsatı” tepe tepe kullanıyor…
“Crans Montana’dan kaldığımız yerden devam edelim” diyor…
Oysa; Mustafa Akıncı ile Anastasiades, 2017 başarısızlığının ardından, Berlin’de, durumu netleştiren, “Guterres Çerçevesi”nin içeriği üzerinde mutabakat sağlamışlardı…
Kalınan yer aslında Berlin’dir… Crans Montana değil…
Ama Hristodulidis, Tatar’ın “eşit egemenlik” talebi ile görüşmelerden kaçmasını fırsat bilerek Berlin’i unutturmaya çalışıyor… “Gelin Crans Montana’dan devam edelim” diyor…
Dünyaya, BM’ye, AB’ye “görüşmelerden yana lider” görüntüsü veriyor…
O gün de “görüşmeler başlasın diye yırtınan lider” pozlarındaydı…
Kayıplar Komitesi’ne hiçbir katkı sağlamayan, işleri yokuşa süren Tatar’ı yeni önerilerle topa tuttu…
Anımsayalım… Türk Dışişleri yıllar boyunca, “masadan kaçan taraf olmamak” için görüşmelere gitmekte isteksiz davranan Denktaş’a hep baskı yapardı, onu ikna etmeye çalışırdı…
“Değil New York’a, Gönyeli’ye bile gitmem” diye kükrediği zamanlar vardı…
Sonra ikna olur, yollara düşerdi…
Erdoğan, TC’nin dış politikasında diplomatik gelenekleri, dünya ile uzlaşma çabalarını, masadan kaçmamak, çözüm yanlısı görünmek gibi temel “norm”ları yerle yeksan ettiği için Tatar, Denktaş’ın yaşadığı zorlukları yaşamıyor…
Dünyanın “süper gücü” bir devletin başkanıymış gibi, yüksekten atıp tutuyor…
Onu kimse dizginlemiyor… “Aman yapma dünyaya ayıp oluyor ama” demiyor…
“Türkiye zorda kalır” demiyor…
Erdoğan, “Yürü ya kulum” dedikçe, o daha da şahlanıyor…
Hem artık “dış güçler” de devrede değil…
Onlar da “ne haliniz varsa görün” dedikleri için, Tatar’ın “şahin” çıkışlarını ciddiye almıyor, kimse onu ikna etmeye çalışmıyor…
Zaten, dünya ile tüm bağları kopardığımız için de, kapımızı kimse çalmıyor…
Tatar’a kendi başına çalıp oynamak kalıyor…
Kendisinden beklenen “Askeri arşivi açma” ve askeri bölgelerde kazı yapma gibi çabaları sabote etmeye devam ediyor…
Şahinlikten, sertlikten, masadan kaçmaktan, diyaloğu reddetmekten besleniyor…
Tam bir doğulu tavrı… Akıl tutulması da cabası…