Lefkoşa Türk Belediyesi’nin organize ettiği maraton yürüyüşü, geçen Pazar günü gerçekleştirildi. Hem spor, hem de şampiyon meleklerimizin anısını yaşatma adına düzenlene bu yürüyüşe, herkes hevesliydi. Yüz lira karşılığında alınan maraton numaraları, gerçekten bir heyecan yarattı. O yüz liralar toplanınca Şampiyon Melekler anısına kurulan derneğe gidecek.
Eskiden insanlarda bu tür maraton yürüyüşleri diye birşey yoktu. Lakin insan hayatında doğal yaşantı ve doğal spor vardı. Ne gibi, onu da anlatayım...
Eski insanlar normal yaşamlarında istemeden veya mecburen spor yaparlardı. O yaptıkları doğal sporun kendileri de farkında değil, hayatlrının bir parçası olarak algılarlardı.
Mesela bağ bozumu veya bağ budanması zamanı geldiği vakit, köylerden insanlar toplanıp bağlarını timar ederlerdi. Harup, zeytin ve üzüm hasadı...
O günler başka günlerdi...
Rahmetlik ninemle dedem Lefkoşa’ya geldiklerinde bize anlatırlardı programlarını. Üstlik köyden her gelişlerinde de hayvanlarından elde ettikleri sütle yaptıkları hellimleri, dağdaki harup ağaçlarından kestikleri harup ve zeytinleri bize getirirlerdi. Ayrıca doğal beslenmenin ürünü olarak bal kavanozlarını ve pekmezlerle norlarını sepete koyarlardı.
İşte öyle bir yaşamın içinde bilek gücüyle var olmanın gerçeğini gördük...
Temmuzun ortasındaki hasat zamanı de sporun bir parçasıydı. O dönemde köylere gittiğimizde tarlalarda orakçı kadınlar ve erkekler olurdu. Demet demet biçtikleri buğdağ ve arpa kümelerini tarlanın ortasına yığarlardı.
Ondan sonra da hayvanların çektikleri çakmak taşlı düvenin harmanda ezilmesiyle samanla ekinin ayrılması olurdu. Harman faslı bitinde yabalarla harmandaki ürünü savurarak ayrıştırırlardı.
Ya kuyudan kovayla su çekmek...
Eskilerin dolay dedikleri kuyulardan dönen hayvanların çektiği bu vardı. O sular hem içilir, hem de arklara bırakılırdı.
Eskiden çeşmeler mi vardı? 1950’li yıllara kadar üzerinde Elizabeth II yazan çeşmeler yapılmaya başlanmıştı. Lakin EOKA’nın en şiddetli zamanlarında mecburen biz de kuyudan tulumbayla çektiğimiz sudan içedik. Tabii ki biraz ötede de tuvalet kuyuları vadı. O nedenle insanlar hasta olurlardı.
Şimdiki gibi insanların özel arabaları yoktu. Yükler hep el arabaları ile taşınırdı. Kilim yerine örülen hasırlar ve naylon yerine geçen çarşı zembil ve seperlerinin yapımı da doğal sporun ta kendisiydi. O hasır ve zembilleri ören parmaklarda hiç kireçlenme olmazdı.
Konfeksiyonun henüz var olmadığı günlerde ünlü kadın ve erkek terzileri vardı. Biçki ve dikiş de parmaklar için iyi bir spordu..Yük taşıyan atlı arabalar, bostana eşekle giden insanlar, bahçe arkalarını iyileştirme ve doğal beslenme ürünleri... Ulaşım da bisikletle yapılırdı. Yani mecburi spor... Lakin kimse de demezdi bu nasıl bir hayat diye. “Bu bizim yaşantımızdır” derler ve geçinip giderlerdi.
Balıkçılar yelkenleri ve kürekleri ile çıkarlardı balığa.
Şimdi bütün bunlar geride kaldı.
Evlere spor aletleri alınıyor, doğallık dışında insanlar kendilerini dinç tutmaya çalışıyorlar.
Memleketin toplu haldeki ilk kır ve dağ yürüyüşünü gerçekleştiren ve yayan kişi de Vreççalı Mustafa Cemal’dir. Mustafa Cemal, nam-ı diğer Mustafa Ceoğlu, Turizm Bakanlığının Planlama Dairesi Müdürüydü. Öylesine heyecan dolu bir insandı. Şimdi bilemiyorum o dağ yürüyüşlerine katılıyor mu.
Pazar gün Lefkoşa Belediyesi’nin düzenlediğii maraton yürüyüşü bana eski günleri hatırlattı. Artık herkes yürüme hevesine kapıldı. Yiyip oturmaktan şişen kadınlar bile bu maratona katıldı. Esasında bu aktivite bir farkındalık aktivitesiydi. Bir de Şampiyon Meleklerin anısını yaşatmak...
Gördüğüm kadarı ile yazılıp da park sorunu nedeniyle katılmaktan nice insan caydı. O da onların sorunu. Halbuki insan hergün yürüyüş yaparsa, bu zorlukları görmez ve yaşamaz.
Bilmem farkında mısınız. Bütün din adamları genellikle dal gibi veya sportif yapıya sahiptir. Neden? Çünkü dini vecibelerini yerine getirirken, doğal olarak beş vakit namazla spor yaparlar.
Yine de u maratonun insan hayatına bir katkı sağladığını ve farkındalık yarattığını düşünüyorum. Maraton yani...