Hikayeyi, bir avukat dostumdan dinlemiştim…
Lefkoşa’da araba yedek parçaları satan bir dükkanda sabah kahvesi içerken; dükkana hızla giren bir müşteri büyük bir heyecanla işyeri sahibine sormuş:
-Sizde “Mersedes C250”nin ön farları var mı?
-Var, demiş dükkan sahibi…
-Kaç para?
İşyeri sahibi, parasını söylemiş…
Müşteri teşekkür ederek, ayrılmış…
Aradan tam bir ay geçtikten sonra, aynı müşteri aynı dükkana bir daha uğramış…
Bu kez de “Mersedes C250”nin “jant”larını sormuş…
Onun da fiyatını alıp, gitmiş…
Bu durum, üç-beş ay böyle sürmüş…
İlginç müşteri her aybaşı geliyor, “Mersedes C250”nin bazı aksamlarının fiyatını sorup, gidiyormuş…
Avukat dostum, çok merak etmiş; Mersedes tutkunu genci izlemeye başlamış…
Dükkana son gelişinde bizim hızlı müşteri “Mersedes C250”nin ön cam sileceklerinin (wiper) fiyatını sormuş…
-Tamam demiş, alıyorum…
Almış ama tam dükkandan çıkarken merakını yenemeyen dükkan sahibinin şu sorusu ile karşılaşmış:
-Kusura bakmayın ama, her aybaşı gelip aynı arabanın bir parçasını soruyorsunuz. Şimdiye kadar hiçbirini satın almadınız. Bu kez “wiper”leri hemen aldınız… 
Adam geri dönüp izah etmiş…
-Mersedes C250’ye tutkunum… Öyle bir arabam olsun isterim… Ama öyle anlaşılıyor ki ben bu arabayı bütünüyle alamayacağım… Hiç olmazsa paramın yettiği parçalarını alayım… Bugün silecekleri alırım, yarın lastiğini, bir gün mutlaka kendine de sahip olurum…
Bu öykü durup dururken nereden aklıma geldi?
Tabii ki son günlerin popüler “tesettür oteli” tartışmalarından…
Adamın aklı fikri “şeriat”ta…
Ama onu bir türlü alamıyor, buralarda satılmıyor…
Peki ne yapsın?
O da “mayo”sunu alıyor…
Yüzümüzün içine baka baka “Al şeriat mayonu da Lapta’ya gel…” diye reklam yapıyor…
Aklında da mutlaka “Bir gün bu ülkeye de Haşema (şeriat mayosu) gelecek” inancı var…
Haksız mı?
Kıbrıslı Türkler, bu “dinci dönüşüm” projesinde zerre kadar bile başarılı olabildiler mi?
İşte “Kuran Kursları”…
Siyaset kurumumuz için tam bir yüzkarası…
Yıllar önce bu durum ilk ortaya çıktığında polis kurslara baskın düzenleyip tutuklamalar yapıyordu. “devlet” ve “siyaset” bu konuda çok daha hassastı… 
Ne oldu?
Zamanla “alıştırıldık…” 
Sağdaki partiler de, hükümete gelen sol partimiz de “Kuran Kursları” konusunda esnedi, esnedi, yumuşadı ve bu kurslar “normalleştirildi…”
Bu yıl 2000’in üzerinde çocuk, bu kurslara devam ediyor…
Ama ne oldu? “Kuran Kursu”nun adı, “Dini Bilgiler Kursu”na dönüştü…
Geçmişteki tüm “sakıncalar” unutuldu… Minik çocuklar kendilerini “televizyon izlemek günahtır” gibi saçma sapan tartışmaların içinde buldular…
“Kuran Kursu”nu talep edenler, “siyaset kurumu”nu zamanla dize getirdi…
Türkiye’deki “rejim”in de etkisiyle özellikle sağ siyasette “dinci” motifler ağırlık kazanmaya başladı…
Şimdi de bu “Dini Bilgiler Kursu” dedikleri “proje” sivil eğitim bakanlığı ile birlikte yürütülüyor…
Bu konuya ateş püsküren bakanlar gitti, “ne olacak canım, çocuklar dinlerini öğrensinler” diyen yuryumuşacık bakanlar geldi…
Siyaset kurumu, tamamen “teslimiyetçi” bir anlayışla “tav” oldu…
Şimdiki “tesettür oteli” konusunun da “Kuran Kursları” gibi “normalleştirilmesi”  tehlikesi vardır ve ne yazıktır ki siyasetimiz böylesi “kırılgan” bir yapıdadır…
Yani; bir turizm bakanı çıkıp da bize “Ne olacak yani, ister havuza HAŞEMA ile girerler, ister bikini ile, bize ne?” diyebilir…
Yemez miyiz?
En başta siyasetimiz hemencecik “teslim” olmaz mı?
Hiç kuşkum yok…
Bu yıl; binlerce öğrenciyi, öğretmeni, hademe ve bakanlık çalışanını uçaklarla Türkiye’ye taşıdılar… Çanakkale’de ağırladılar…
“Proje”nin tümünde “dinsel bağnazlık” hakimdi…
Kız çocukları ile erkek öğrenciler ayrı ayrı misafir edildi. Karışmamaları için neredeyse “askeri disiplin” uyguladılar… Otobüslerde, misafirhanelerde kapalı rehberler eşliğinde “dinci müzik”lerle, dinci telkinlerle çocuklarımızı şaşırttılar…
Eğitim Bakanlığı da, medyamız da, siyasetimiz de buna seyirci kaldı, ses çıkarmadı…
Şimdi, en büyük tehlike; bu “tesettür oteli” konusunda oluşan toplumsal hassasiyetin tıpkı Kuran Kursları’ndaki “sabun köpüğü” misali yokulup gitmesidir…
Medyamız; bu konuda takdir edilecek bir “çıkış” yaptı… 
Ancak oluşan “toplumsal hassasiyet”in sürdürülebilir olması gerekiyor…
Kuran Kursları ile “Çanakkale gezisi” dedikleri, ama aslında “din turları”ndan başka bir şey olmayan organizasyonlarda yaşanan “umursamazlık” ve “teslimiyetçilik” beni gerçekten endişelendiriyor…