Ne zaman Kıbrıs meselesinde görüşmeler bir akamete uğrasa KKTC’deki siyasilerden duyduğumuz en sık cümle “madem ki Kıbrıs meselesinde anlaşma olmadı o halde şimdi biz de kendi evimizi tertipleyelim” cümlesidir. 1964’ten bu yana  bir türlü tertiplenemeyen bir ev düşünün. Hade 1964-74 yılları arasında gettolarda yaşayan mücahit toplum döneminde doğru dürüst siyasi bir devlet organizasyonundan bahsedemezdik, hiçolmazsa 1974’ten sonraki Federe Devlet döneminde bu ev tertipleme işine bir şekilde el atsaydık hani.Bu ev tertipleme veya eve dönme meselesinde, özellikle Kıbrıs Türk solu açısından başka bir handikap da evin tüm meselelerini Kıbrıs meselesine endekslenmesiydi. Bu eğilim o kadar aşırı gitti ki  tabir yerindeyse, herhangi bir mahallenin çöp sorununu bile Kıbrıs sorununun çözümünden sonraya erteleme çabalarını yaşayıp, görebildik.Esas olan Kıbrıs meselesinin çözümüydü, gerisi  ise teferruattı. Bundan sapmak anave kutsal hedeften uzaklaşmak anlamına gelirdi ki buda barış davasına ihanet olarak kabul edilecek kadar ciddi bir suç veya siyasi bir sapma olarak değerlendirilirdi. Kutsal hedef, Rum ve Türk toplumlarının ortak yaşamını  öngören Federal bir antlaşmaydı. Bundan dolayı bütün sorunlar tali sorundu. Barışın sihirli değneğiyle Birleşik Federal Kıbrıs kurulsa herşey günlük gülistanlık olacaktı.Bu düşüncelerle Kıbrıs Türk halkının en basit günlük ihtiyaçları hep ertelendi. O kadar ki Kıbrıslı Türkler adeta sanal bir dünyada yaşar durumuna düştüler.Kıbrıs sorununda bir tıkanma olunca “eve dönelim, evimizin içini düzeltelim” söylemleri nedense  Kıbrıs Türk sağının söylemi olmadı. Onlar zaten hep evdeydi ve evde bir sorun yoktu, dahası sağ cenah sorunları kendince hiç ertelemiyordu. Ve hatta evin dağınıklığından da siyasi ve maddi olarak rantını sağlamaya devam ediyordu. Sol ise kutsal hedef için bir türlü evin içine dönemiyordu, hatta bunu hedeften şaşmak anlamında yorumladığı için halkın günlük sorunlarına da cevap vermiyor, veremiyordu. İktidara veya daha doğrusu hükümete geldiklerinde vatandaşların problemlerini ya Kıbrıs meselesinin çözümünden sonrasına havale ederler, yada  başka yüce prensip ve ilkeler adına - başlangıçta çok benimsemedikleri- siyasi organizmaları olan devletlerine sahip çıkma adına toplumlarının, vatandaşlarının  en temel sorunlarına çözüm bulamıyorlar, cevap veremiyorlardı.

Yıllardır sorunların en büyüğü olan ve yapılan tüm anketlerde en başta çıkan işsizlik sorununa, üretim ve pazarlama  sorununa, yatırım ve yatırımcıyı teşvik sorunlarında kimi zaman devletçi olup “aman devlet şişti patlayacak, devletin işsizlik sorununda hiç bir rölü yoktur, olmamalı” gibi bir tavır içine girerler. Veya “devletin bütçe açığını, iç ve dış borçlarını kapatmak için devlet küçültülmeli”diyerek hükümete gelirler ama sağ cenahtaki hükümetler gibi onlar da devlete istihdam yaparak devleti büyütmeye devam ederler.Üretimi ve üreticiyi destekleyeceklerini söylerler ama yürütmede görev alınca ithalat ve ithalatçıyı öne alarak yerli üretimi ve üreticiyi koruyacak tedbirler almazlar. İç ve dış yatırımcılara gelince zaman zaman radikal bir çevreci olurlar, veyahut vatanımızın toprakları sermayeye peşkeş çekiliyor diye yatırımcı düşmanı olurlar, yatırımcı yabancı ise devletçi olurlar, yerli ve yandaşsa liberal olurlar.Şimdi yine eve dönelim deniliyor, sağ cenah zaten evde ve evde düzensizlik olduğunu kabul etmiyor.  Sol cenah eve döndüğünde ne yapacağını yukarıda kısaca anlattığımız gibi bilemiyor.  Bence artık sanal bir ülkede yaşamaktan kurtulup, evden ziyade gerçek dünyaya dönme zamanı gelmiştir. Hiçbir “kutsal” gerekçe veya ütopya, gerçek dünyanın gerçeklerinden daha önemli değildir…