Geçen hafta; iki ayrı “linç” girişimi yaşandı Türkiye’de…
Biri; türban üzerinden CHP’li eski bakan Fikri Sağlar’a yönelikti; öteki ise “Ayasofya” üzerinden Sözcü gazetesine…
Her ikisi de bizi yakından ilgilendiriyor…
Sözcü, yeni yılın ilk günü şöyle bir manşet attı:
"2020'nin torbasından felaket ve gözyaşı çıktı…"
Manşetin altında ise; “2020’den geriye hatırlamak istemediğimiz bu olaylar kaldı…” denilerek 12 tane kutu içinde 12 tane yıla damga vuran olay sıralandı…
“Temmuz 2020” ayına ilişkin başlık “Ayasofya Açıldı” biçimindeydi…
Yani; gazete “Ayasofya’nın açılması”nı onaylamıyor gibiydi…
İri puntolu ana manşetteki “felaket ve gözyaşı” ifadelerine bakılırsa, Ayasofya’nın açılması “felaket” gibi sunulmuştu…
Bu bağlamda; bu çok “cesur” bir çıkıştı…
Sözcü gazetesi, kimseye hakaret etmiyor, “ifade özgürlüğü” çerçevesinde ortaya bir tavır koyuyordu…
Anında, ortalık yangın yerine döndü…
Sözcü; “yandaş” medyaya göre; dine, camiye hakaret etmişti…
Milat gazetesinin muhabiri, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Cuma namazı çıkışında Sözcü’nün manşetini sorunca, Erdoğan şunları söyledi:
“Ben Sözcü okumuyorum. Kimse de para verip almasın…”
Başkan Erdoğan; çok doğru söylemişti…
Beğenmezsen almazsın, okumazsın…
Bu sözler aslında “normal demokrasi”lerde “basın özgürlüğü”nün kriterlerine bire bir uyuyor…
Herkes; düşüncesini ortaya koyacak, okuyucu beğenmezse; cezasını o gazeteyi okumayarak verecek…
Keşke böyle olsa…
Olmadı ama… TC Basın İlan Kurumu, hemen açıklama yaptı ve “Maşeri vicdan yaralanmıştır” diyerek basın ahlak esasları çerçevesinde “gerekli işlemler yapılacaktır” dedi.
Yani devlet; bu gazeteye bundan böyle “ilan, reklam, duyuru” vermeyecek demektir…
Öte yandan, Sözcü’ye yönelik neredeyse “linç” girişimleri başlatılınca; gazete kendini savundu ve “Amacımız Ayasofya’nın ibadete açılmasını eleştirmek değil, yıla damga vuran bir olay olduğunu hatırlatmaktı” dedi.
Gazete ayrıca; “Ayasofya’nın açılışına felaket demek gibi bir kastımız yoktu” dedi…
Hatta attığı manşetle ilgili olarak “Editoryal hata olarak yorumlanan bir sunumdu” dedi.
İşte; Türkiye siyasetinde ve medyasında gelinen son nokta bu…
İçinde “din” ya da “Müslümanlık” olan konular; “ifade özgürlüğü” kapsamından “otomatik” olarak dışlandı…
Ayrı bir “dokunulmazlık” zırhı icat edildi ve hukuk yerine daha önce Sayın Erdoğan tarafından ilk kez kullanılan “maşeri vicdan” parametresi yerleştirildi…
Şimdi artık; biri ağzını açtı mı; ya linç ediliyor ya da yaşamı zindana çevriliyor…
Gazetenin de, TV’nin de, gazetecinin de…
Gerçekten bu olay; “basın özgürlüğü” konusunda kafa yoran basın-yayın fakültelerinde ele alınması gereken ilginç bir örnektir…
Soru ve endişe şudur: Bundan böyle ifade özgürlüğü “Maşeri vicdan”a mı (Toplumun duyduğu manevi hisler) bağlanacak?
Geçen hafta yaşanan bir başka olay daha var Türkiye’de…
CHP eski milletvekili Fikri Sağlar, katıldığı bir televizyon programında, “Türbanlı bir hakimin karşısına çıktığım zaman adaleti yerine getireceği konusunda kuşkum var” dedi.
Bu da; aynı biçimde ortalığın karışmasına yol açtı…
TV kanalları; özel programlar yaparak; kelli felli, sakallı adamları ekranlara çıkararak neredeyse Sağlar’ı linç etmeye kalktılar…
Üstelik bu kez; yalnızca Cumhurbaşkanı değil, kendi partisinin Başkanı Kılıçdaroğlu da Sağlar’a “ağzının payını” vermekte gecikmedi…
Konu; burada da din, İslam, türban…
Fikir özgürlüğü dışına itilmiş, “dokunulmazlık” kazanmış “değerler” muamelesi görüyor bu konular…  
Sağlar “Türban, ne Kuran'da, ne de İslami gelenekte yeri olmayan bir ideolojik simgedir.”
deyince, Başkan Erdoğan, “bunu fikir özgürlüğü olarak anlatmak mümkün değildir.” diye yanıt veriyor…
Kılıçdaroğlu, bu düşünceyi paylaşmadığını belirterek şunları söylüyor: “Çağın neresindeyiz biz? Kişi başörtüsü takar takmaz. Bu onun tercihidir. Peki benim görevim nedir? Onun tercihine saygı duymaktır. Hakim, hukukun üstünlüğü ve vicdanı kanaatine göre karar verirse, adaleti yerinde dağıtırsa gerçek anlamda hakimdir. Başımın üstünde yeri vardır.
Başörtüsü takıp takmaması ayrı bir şey. O onun yaşam tarzıdır. Buna benim saygı duymam lazım.”
Keşke sorun “saygı” olsa… Ama değil…
“Din” in, “İslam”ın Ayasofya’nın ve türbanın siyasetteki ağırlığı, ne yazıktır ki “ifade özgürlüğü”nün önündeki en büyük engel…
Bunun yarattığı “korku” ise, gazeteciyi de, siyasetçiyi de geriletiyor…
Ama asıl tehlike, Sağlar’ın işaret ettiği iki noktada…
Birincisi şu: “AKP'nin 2023 hedefi, 18 yılda aşındırdıkları laiklik ilkesinin artık anayasadan büsbütün çıkarılarak, laik demokratik Cumhuriyeti yıkma hedefidir.”
İkincisi ise daha iddialı: “AKP kendi kitlesine, Cumhuriyet’in 100. yılında hilafeti de geri getireceklerine dair subliminal mesaj vermeyi sürdürüyor.”
Bu iki linç örneği; önümüzdeki “karanlık” hakkında ciddi bir uyarıdır…
Görebilenler için tabii…