Geçen Pazar günü kutladığımız 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, her yıl olduğu gibi bu yıl da tarihten gelen bilinmeyenlerin önemli bir döküman olarak önümüze çıkması muhteşem bir olaydır bana göre.
Şayet Gençliğe bir soru sorsaydınız, o sorunun cevabını muhtelif şekilde alacaktınız herhalde. Soru şudur:
“Atatürk’ü ve onun hayatını nasıl tanırsınız?”
Sanırım o genç yürekler “Atatürk büyük adamdı ve bizim kurtarıcımızdı” diyeceklerdir.
İlk kez okula gitmeye başlayan bir Türk çocuğu, alfabenin kapağındaki bayrağı ve Atatürk’ün latin harflerini yazdığı karatahtayı görür.
O minicik yürekler, Atalar’ının en büyüğünü kalbine sığdırmanın heyecanını yaşarlar. Bizler o günleri yaşayarak bu yaşa geldik. Biz de aynı heyecanı ve öğretmenlerimizin anlatılarını ağzımız açık dinlerdik.
1958’de EOKA’nın azıttığı o günlerde Türkiye’den gelen öğretmenlerimiz vardı. Türkiye’den gelen o öğretmenler, Kıbrıs Türkü’nün ne kadar zor bir süreçten geçtiğini biliyorlardı. O öğretmenlerimizden birisi de tarih hocamız Altay Bey’di. Eşi Hasibe Hanım da bizim matematik hocamızdı.
Adeta Altay hocanın dersini iple çekerdik. Çok mütevazi ve çok milliyetçi bir insandı. Kürsüdeki masasına değil, kürsünün kenarına otururdu her zaman.
Bize İzmir’in düşman tarafından nasıl işgal edildiğini, dedesinden duyduğu anlatılarla bize anlatırdı. İlk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin’i de anlatması, gerçekten bize heyecan veriyordu. Bu anlatılar da bizim milliyetçiliğimizi besleyen duygulardı.
Aynı ateşli ve acı dolu günlerde yine bize edebiyat dersi veren Mehmet Irmak hocamız vardı. Şayet hayattaysa Allah ona uzun bir ömür ve sıhhat versin. Ölmüşse Allah rahmet eylesin.
Beni ve benim gibi birçok arkadaşımızı etkileyen gerçek bir olayı anlatmıştı bize.
Anımsadığım kadarıyla İzmirliydi. İzmirin işgali sırasında henüz dört beş yaşlarında bir çocuktu. Yunanlılar İzmir’i işgal edip Türk insanına süngü çekip kurşun sıkınca bunları yaşayan insanlar hiç o günleri unutur muydu? Unutmaz ve acı bir hatıra olarak belleklerinde kalır.
Mehmet Irmak’ın hikayesi şöyleydi:
“Ben henüz çok küçük bir çocuktum. Annem altı aylık hamileydi. Dedemlerle beraber kalıyorduk. Yunanlılar evlerimize girip masum insanlarımızı öldürüyorlardı. Düşman bizim eve de girmiş ve dedemi feci şekilde darbetmişlerdi.
Düşman askerleri evimize girince annem bana seslenmişti. Çabuk mutfaktaki küpün içine saklan. Küpüm kenarında küçük bir delik vardı. Ben de küpün içine saklanınca o delikten olacakları izliyordum. İçeriye yedi sekiz Yunan askeri girmişti. O askerlerden birisi süngüsünü annemin hamile karnına saptamış ve önü öldürmüşlerdi. Dedemse hala yerde kıvranıyordu. O dehşet dolu sahne hala gözlerimin önündedir. Annemin Yunan süngüsü ile ölümünü dehşet içinde ve ağlayarak izledim.”
Mehmet Irmak hoca bu acı olayı bize anlatırken gözlerimiz dolmuştu. Irmak hoca cebinden beyaz mendilini çıkartıp gözlerinin yaşını silmişti.
Bu hikaye bende müthiş etki yaratmıştı. Hatta bu anlatıları, “Üç Pencere” adlı romanımda da anlatmıştım.
Mehmet Irmak hocamız, bizlerin o acı günlerinde “İsimsiz Kahramanlar” piyesini yazmıştı. O piyeste pek çok ağabeyimiz oynamıştı. Biz de henüz orta üçte idik. Müthiş bir eserdi. Hala dün gibi hatırlıyorum. Oynayanlar arasında eski Turizm Bakanı Nazif Borman, rahmetlik Kâmil Nuri, rahmetlik Mesut Merter (Uzun Mesut), Güzelyurt’tan bir tarih hocamız ve dahaları vardı.
Bu önemli etkinlikte ben de okul korosundaydım. Hocamız Kemal Gündüz’dü. Kemal Gündüz Özke Yaşın’ın “Namık Kemal Kıbrıs’ta” kantatını bestelemiş ve dört ses üzerine bizi hazırlamıştı. O kantatta iki solist vardı. İkiz kardeşler Güngör ve Görgün Necati...
Öte tarftan rahmetlik resim hocamız İsmet Vehit Güney, bizim sınıftan benimle Ergün Abdurrahman’ı görevlendirmişti, bu piyesin geri plandaki orman fonunu boyamamız için. Naçizane, okulun en iyi resim öğrencileri olarak bizi seçmesi bir onurdu.
Daha sonra TMT’de olduğunu öğrendiğimiz tarih hocamız Ahmet Tansel de bize anlamlı pankartlar yazdırır ve sahnedeki süfler deliğine o pankartları saklardık. Nümayiş günlerimizde birden o pankartları çıkarır ve marşlar söyleyerek Atatürk Meydanı’na koşardık.
Bunları şimdiki nesil biliyor mu?
Ulu Önder Atatürk Bandırma vapuruna binerek Samsun’a çıkmaya ve kurtuluş mücadelesini başlatmaya karar verdiğinde, İstanbul işgal edilmişti. Atatürk Bandırma vapuru ile İstanbul boğazından çıkıp Karadeniz’e açılmak için İngilizlerden yazılı geçiş izni istemiş. O izni de bir İngiliz Yüzbaşısı Benett imzalamış. Bunu ben de yeni öğrendim anlatılan hatıralardan. Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir mülakattan.
İşte Kurtuluş ve Özgürlük mücadelemizin ilk serpintileri, ilk azimleri ve cesaretleri....
O nedenle tarihin bilinmeyenlerini anlatmak ve bilinenleri gelecek nesillere aktarmanın da bir görev olduğunu düşünerek bu anlamlı yazımı yazdım bugün.