Gazetecilikte; hep saygı duyduğum iki önemli “parametre” var…
Birincisi; gazetecinin devletle mesafesi…
İkincisi; şüpheciliği…
“Devlet”le, daha doğrusu hükümetle içli dışlı, sarmısak başlı olan gazetecinin, benim nazarımda zerre kadar kıymet-i harbiyesi yoktur…
Böylelerine “yandaş” denir…
Çizgilerini, tutumlarını Hükümetle ilişkileri belirler…
Hele; Hükemetle gizli saklı “ilişkileri” varsa, bu çok daha tehlikelidir…
Ülkemizde böylesi “şaklaban”lardan epeyi vardır…
Adam, bir gazetede yazı yazmaktadır, bir TV’de program yapmaktadır, siyasetçiye yaklaşır; ona hak etmediği kadar dalkavukluk yapar, mesleğin namusunu hiçe sayar ve sonunda kapağı “devlet”e atar…
Bu biçimde; devletin kurumlarında “memur” olmayı “başarmış” sonradan terfilerle de yukarılara kadar tırmanmış epeyi sözümona gazeteci vardır.
Hele son yıllarda bu siyasi alışkanlık, sokağa düşecek kadar ilerlemiştir…
Hükümet ortağı olmuş siyasi partiler, kendi “yandaş” gazetecilerini yaratmayı başarmışlardır…
Halen bazı bakanlıklarda; bir değil, birkaç tane boş oturan “gazeteci” bulmak mümkündür.
Gelen “bakan” kendisinden önceki “basın danışmanı”na, “seninle çalışmak istemiyorum” demekte, kendisi medyamızdan bir “basın danışmanı” seçerek işe başlamaktadır.
Eskisinin de, yenisinin de odaları yan yana durmaktadır ama, biri bakanın peşinden koşmakta, öteki de içeride bulmaca doldurmaktadır…
Böyle olmasına karşın; bu fukara devletçik, her ikisine de ciddi maaşlar ödemektedir.
Eskiden, Bakanların faaliyetlerini TAK Ajansı takip edip haberleştirmekteydi.
Belli ki zaman içinde, partili bakanlar bu “yandaş” haberlerle tatmin olmadılar ve kendi “basın danışmanları” ordusunu yarattılar…
Keşmekeşe bakınız… Bu gibi “yandaş”ların bazıları, hem bakanların kişisel propagandasını yapıyor ve devletten yüklü maaşlar alıyorlar, hem de ayrıca özel TV’lerde program yaparak “yandaş”lığı oralara da taşıyorlar…
Oralarda; parti cenahından bir de “sponsor” buldular mı; ondan da ceplerine birşeycikler akıtmayı ihmal etmiyorlar…
Tabii; bu arada adına “gazeteci” denilen ve özel kanallarda program yapanlar da var…
Bunlar arasında gerçekten “yandaş” olmanın ayrıcalığını katmerli biçimde yaşayanlar var…
Bu “özel” programcılara, hükümetin şu ya da bu kaynağından bişeycikler akıtan siyasetçilerin “dudak uçuklatan” rakamları bazen herkesin diline düşüyor.
Böyle olunca da, medyamızın ekranları “al gülüm, ver gülüm” yağdanlığından geçilmiyor…
Genç genç adamlar, karşılarındaki siyasetçiyi övmeye bir başlıyorlar, bu övgü “seansı” bitsin diye beklerken, başka kanallara gidip gelmek zorunda kalıyorsunuz…
Siyasetçi de, sorulması gereken yığınla sorunun yanından bile geçmeden, sorgulanmadan, hesaba çekilmeden program geçip gidiyor…
Dikkat ediniz, hükümetteki siyasetçiler, özellikle bu döenmde o kanaldan ötekine koşuşturmayı, bolca konuşmayı zevkle sürdürüyorlar ama, izleyici de hiçbir sorunun yanıtını alamadan bir başka türlü “gazetecilik” icra edilmiş oluyor…
Hükümetin ayrıca elinin altında bir de “devlet medyası” var…
BRT’yi dilediği gibi bir “propaganda aracı” olarak kullanıyor…
Orada da epeyi “yandaş”lar var…
Hatta “devlet”i değil, partili siyasetçiyi tutan, onların paçasına yapışılı “yandaş”lardır bunlar…
Sosyal medyada da patafatsız biçimde “tuttukları “siyasetçiyi kim eleştiriyorsa ona laf yetiştiriyorlar…
Özellikle UBP, bu gibi “yandaş”ları tepe tepe kullanmakta oldukça mahirdir.
İşte bu yüzden, dünyanın pek çok gazeteci örgütü, başta benim de üyesi olduğum “AEJ - Avrupa Gazeteciler Birliği” gazetecinin “devletle iç içe olanını” muteber saymıyor…
Bu gibilere “PR” olarak; yani halkla ilişkiler propagandisti gözü ile bakılıyor…
Sanırım; medyamızın en büyük açmazlarından biri bu…
Bu yüzden, “Coronavirüs” dönemi; bu meslek açısından tam bir “çuvallama” dönemi olarak tarihe geçecektir…
Aslında; muhalefet de, sivil toplum da, Meclis de, Cumhurbaşkanı da; bu dönemde hükümete büyük bir “tolerans” gösterdi…
Onlar da; özellikle Başbakan ve Yardımcısı bu “tolerans”I alabildiğine istismar ettiler…
Dünya kadar hukuksuzluk yaptılar… Milyonlarca kaynağı bütçe kurallarını hiçe sayarak harcadılar… Partizanlıklar yaptılar… İhalesiz işlerde milyonlar harcadılar…
Ama; medyamız bunları zerre kadar sorgulamayı başaramadı…
“En sütliman ortamlarda bile en kılçık soruyu sorabilen” gazeteciler, ortalardan adeta kayboldu…
Olanlar da, “Etliye sütlüye dokunmadan” idare-i maslahatta bulundular…
Bazılarına bakıyorum; bazı dönemlerde kalemlerinden kan damlıyordu, şimdi yağ damlıyor…
Ha; bir de “şüphecilik” var; çağdaş gazeteciliğin temel bir kriteri olarak…
Gazetecilik okuyanlara hocalar öncelikle; “Anneniz size seni seviyorum dese bile şüpheyle karşılayın” diyorlar…
Yani; karşısına oturduğunuz siyasetçinin söylediklerini birazcık sorgulayın, hemen inanmayın, hemen yağ çekmeye başlamayın” demek istiyorlar…
İşte 3 Mayıs “Dünya Basın Özgürlüğü Günü”nde, bizdeki manzara bu…
Kumarhane partonu, medya yönetiyor, muhalefet yapıyor, TC Cumhurbaşkanı’na laf sokuşturuyor, tespih sallayarak KKTC Cumhurbaşkanı’na söylemediğini bırakmıyor…
KKTC Cumhurbaşkanı, “basın özgürlüğü” bağlamında, kendisine yapılan hakaretleri “tolere” ediyor ama, bu tabii ki “yeterli” sayılmıyor…
Ve “şalter” iniyor tabii…
KKTC; dünya basın endeksinde 74. sıradan, 77. sıraya geriliyor…
Türkiye 154. Sırada…
Daha neler göreceğiz, neler…