27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününü geçirdik...  Bu gün için birşeyler yazmak geçti içimden.  Kıbrıs Tiyatro tarihini anlatmak adına geçmişe gidelim diyorum.  Buralara nasıl geldik, nasıl geliştik ve nasıl elle tutulur doyurucu tiyatro eserlerini izliyoruz...
            Kırsal yörelerde bir etkinlik olacağında genellikle tiyatroya meraklı kişiler bir araya gelerek Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” oyununu oynarlardı.
            Köy veya kırsal yöre insanı içinbüyük bir heyecan, büyük bir değişiklikti.  “Vatan Yahut Silistre” oyunu, ulusal bir oyundur. Tabii ki İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1950’li yıllardaki büyüklerimiz de yılda bir defaya mahsus bu oyunu sahneye koyarlardı.  O zamanlar aydın insanlar bir araya gelerek bu oyunu sahneye koyarken, bu işin içinde olan veya rol alan kişileri de anmak gerekir diyorum.
            Mesela milli mücadelemiz başladığında bu tür oyunlar oynanır ve halkı galeyana getirirdi.  Eskiden kadınlar sahneye çıkmaz veya oyunda rol almazlardı. Kadın rolünü kadın kılığına girmiş erkekler oynardı. Daha sonramedeniyet dediğim olguya ayak uyduran kadınlarımız gün ışığına çıkmaya başlamışlardı. O medeniyet kadınlarımızı da sahneye taşıdı.
            Şu anda aklıma gelen bazı kadınlarımız var.
            Ulusal Liderimiz Dr. Küçük’ün eşi Süheyla Küçük, yayıncı Feyziye Hulusi ve Vedia Barut o günlerin polüler, cesaretli ve medeni kadınlarıydılar.
            Süheyla Hanımla Feyziye Hanımın çekilmiş güzel bir resim var.  Lakin şu anda anımsayamıyorum hangi oyunlarda rol aldıklarını.  “Ateşten Gömlek” mi, yoksa “Dağları Bekleyen Kız” mı?
            Bu iki kadınımızı asker kıyafetleri içinde görürüz.
            Genellikle o mücadele yıllarımızda liselerin yıllık müsamere günlerinde hep milli oyunlar sahnelenirdi.
            Henüz ortaokulun son sınıfındayken, merhum ressam hocamız İsmet Vehit Güney, bizim sınıftan en güzel resim yapan öğrenciler olarak benimle Ergün Abdurrahman adlı kardeşimi, edebiyat hocamız Mehmet Irmak’ın yazıp sahneye koyduğu “İsimsiz Kahramanlar” oyunu için dekor çalışmalarında görevlendirmişti.
            Hele bir düşünün...
            Lisenin etkinlik sahnesinde yer alacak esere bir orman resmi yapmıştık.  Eserin esas fonunu oluşturan o orman resmi, gerçekten sahneye bir derinlik vermişti görsel anlamda.
            O yıllar, EOKA’nın azıttığı bir dönemdi.  Sık sık sirenler çalar ve örfi idareler olurdu.  Yani yıl olarak 1957-58 yıllarıydı.  Bütün kazalardan okullar o oyunu izlemeye gelmişlerdi.  Şahsen benim okul korosunda da görev almam çok güzel bir anı olarak kaldı.  Rahmetlik müzik hocamı Kemal Gündüz’ün bestelediği Özker Yaşın’a ait olan şiirini kantat olarak bestelediği eseri o muazzam koro, dört ses üzerine aynı etkinlikte okumuştu.  Kantan, “Namık Kemal Kıbrıs’ta” kantatıydı.
            İsimsiz Kahramanlarda kimler kimler rol almamıştı...
            Eski bakanlardan Nazif Borman, rahmetli Kamil Nuri, yine rahmetli Mesut Merter ve daha anımsayamadığım bir sürü öğrenci...
            Zaman nasıl da geçmiş...  Lise bire geldiğimizde sık sık nümayişler yapar ve öğrenciler olarak halkın kanını tutuştururduk. O yıl Mehmet Irmak’a bir oyun yazmıştım incelemesi için.  Onun söylediği bir söz vardır.
            “Sende çok ekmek var evlatım” demişti.
            Tiyatro tutkum hiç bitmedi.
            1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda ben de lise ikideydim.  Lakin öğrenci olmama rağmen “Güzel Sanatlar Derneği”nde faaliyet gösteriyordum birçok arkadaşımla.  Derneğin en güzel faaliyetlerinden birisi de “Kral Oidipus”u oynamak üzere Ankara Devlet Tiyatroları’ndan oyuncuları Kıbrıs’a getirmekti.
            Dernek bütün genç üyelere bir talimat vermişti.  “Kral Oidipus’ta figür olacaksınız” demişlerdi.
            Bu oyun baş aktör ve aktrisleri Cüneyt Gökçer’le Muazzez Kurtoğlu’ydu.
            Oyunun oynanmasının bir gün öncesinde prova için Girne Kalesi’ne gitmiştik.  Bizim figüran grubunda bendeniz, Oktay Öksüzoğlu, Ali Şenol, Ersin Taşer, Gönen Ataköy ve bir sürü genç vardı.
            O zamanlar Ankara Devlet Konservatuvarında okuyan ve ileride Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrolarını kuracak olan Üner Ulutuğ ve Hilmi Özen vardı.  Bunlara bir de Ayla Haşmet’i eklemek lazım.
            Benimle Oktay Öksüzoğlu’na rahip figüranlığı verilmişti.  Sahne dekorunun basamaklarının en yüksek yerinde ve en önde duruyorduk.  Aynada kendimizi bile tanıyamamıştık.  Hemen bir kaç metre ötemizde saray dekorunun basamaklarında hemen önümüzde Cüneyt Gökçer’i ve Muazzez Kurtoğlu’nu izlemek büyük bir şanstı bizim için.  Saray dekorunun basamaklarında Romalı kıyafetinde Hilmi Özen’le Üner Ulutuğ, Cüneyt Gökçer’in ayakları dibinde küçük rollerle varlık gösteriyorlardı.
            Oyuna protok da gelmişti.  En önde Dr. Küçük’le Makarios oturuyorlardı.
            Oyun birmiş ama bizim görevlerimiz bitmemişti.  Meğer aynı akşam oyundan sonra, sabaha kadar mevcut dekor bozulacak ve yerine “Köroğlu” oyunun provası yapılacaktı.  Bu oyunda da Köroğlu rolünü Haluk Kurtoğlu üstlenmişti.  Nitekim ikinci oyunun provasını yaparken güneş bütün kızıllığı ile denizden yükseliyordu.
            Bu anıları unutmak kolay mı?
            Güzel Sanatlar Derneği daha sonra Türkiye’den pek çok sanatçıyı getirmiş ve tiyatroya aç olan halkımızı doyurmaya çalışmıştı.
            Bazı oyunlar şunlardı aklımda kaldığı kadarı ile.
            “Salıncakta iki kişi” ve Lale Oraloğlu’nun başrol oynadığı “Lady Chaterly” vardı.
            Zaman ve tutkum beni dramaturg yaptı.  Eserlerim Ankara Devlet Tiyatrosu repertuarına alındı.  İlk tiyatro kitabını basabilmek benim için bir onur olmuştur.
            Bu güzel anılarımı sizlerle paylaşmak istedim.
            Bütün tiyatro sanatçılarının bu gününü kutluyorum.