Şu anda gündemde olan ve bayağı herkesi rahatsız eden husus, ülkemizde yabancıların mal edinmesi meselesidir.  KKTC coğrafyasına serpiştirilen yabancılar, İngilizler, Yahudiler ve Ruslardır.  Biraz da Almanlar var.
            İngilizler  mal edinmişlerdir ve bundan kimse de rahatsızlık duymamıştır.  Özellikle Karmi ve yöresinde pek çok İngiliz aileleri vardır.   Bugüne kadar kaç İngiliz topraklarımızdan satın alıp ev yapmışlardır, bunu saptamak lazım. 
            Şimdi esas meseleye gelelim...
            Esas mesele Yahudilerin turistik bölgelerden çok değerli toprakları satın alarak o arazilerin üzerine yatırım yapmalarıdır.  Gerçekte bu durum  insanları rahatsız ediyor. 
            İsrail-Filistin savaşı bir uyanmayı meydana çıkardı.
            Ruslar için de “kara para” aklanmasıyla ilişkilidir.  Rus yatırımcıların siyasi bir amacı yoktur bence.  Lakin Yahudiler’in geniş boyutlu yatırımları düşündürücüdür.
            Gerek Yahudiler, gerekse Ruslar, güneyden de arazi alarak yayılmacı politikalarını sürüdürmektedirler.
            Bu durum meydana çıkınca aklıma bir husus geldi..  O husus nedir?
            1966-1967 yıllarını kapsayan dönemdi.
            O dönemde “devlet olma” avantajımız henüz yoktu.  O nedenle Genel Komite’de bir karar alınmış ve o karar bir kural haline gelmişti.
            O kural, “Türkten Gayrı Şahıslara Mal Satışını Yasaklayan” kuraldı.
            Rahmetlik Dr. Küçük’ün bu uğurda çok büyük mücadelesi vardı.
            Dr. Küçük, hep ileriyi düşünmüş ve toprak kaybımızın başımıza ne dertler açacağını hesaplamıştı.  Yarın olası bir pazarlıkta sormayacaklar mı “Kıbrıs’ta ne kadar toprağınız vardır?” diye.
            Hep bu varsayımlar üzerine bu karar alınmıştı.
            O günler ve  o dönemler zor yıllardı.  İnsanlar göçmen olmuşlar, çocukları evlenme çağına gelmiş, üniversiteye gitme zamanı kapıya dayanmıştı.  Ne kadar maldar insanlarımız vardı.  Malları çoktu ama mallarına mal diyememişlerdir.  Çok büyük geçim sıkıntısı çeken maldar insanların çıkış yolları, mallarını Rumlara satma ve kısmen de olsa maddi yönden rahatlamalarıydı.
            Bu durumda Yürütme Kurulu Üysi ve TCM Başkan Yardımcısı Dr. Şemsi Kazım, bu açmazı görmüş ve bu durumdaki vatandaşları, mal satışına teşvik etmişti.  İşte o zaman Dr. Küçük’le Şemsi Kazım arasında bir sinir savaşı başlamıştı.  Karşılıklı çatışmamışlar ama, Halkın Sesi Gazetesi o çatışmayı ve kavgayı devamlı yazıyordu.
            Nitekim bazı kişiler özellikle Girne bölgesindeki mallarını Rumlara satarak maddi yönden rahatlamışlardı.  Maddi yönden rahatlamışlardı ama, o kural kapsamında da mahkemece ceza yemişlerdi.  Ya hapislik, ya para cezası...
            O zor durumları atlatabilmek ve Türkten gayrı şahıslara mal satışını durdurmak için, Dr. Küçük de af emirnamelerini hazırlatmaya ve ceza yiyenlere cezalarını bağışlamaya başlamıştı, Şemsi Kazım’a inat.  Denktaş hatıralarında bu kavgaya temas eder.
            Dr. Küçük o af emirnamelerini bana hazırlatır ve ben de o af emirnamelerini  sıcak mühürle hazırlatırdım.
            Belki şöyle düşüneceksiniz...
            Hem ceza yiyeceklere, hem de affedilecekler.
            Bu doğru bir düşünceydi.  Lakin Dr. Küçük tepkisini ortaya koyarak farkındalık yaratmış ve Rumlara mal satışının ne kadar tehlikeli olduğunu insanlara anlatmıştır.
            Sonunda bu savaş bitmiş ve Rumlara mal satışı engellenmişti.
            Esasında Makarios’un uzun vadeli planları da buydu.  Rumlar da yasaklamışlardı Türklere mal satışını.  Hatta Makarios “Türklerden mal alacaksınız, Türklere mal satmayacaksınız” diyordu.
            Makarios’un bu planı, ENOSİS’e bir zemindi.  Allah Rumları şaşırmasaydı, belki de Makarios’un planı tutacaktı. 
            Mesela bazı Türk polisler emekli olunca çıkış yolları arıyorlardı ekonomik açıdan.  Bu durumdaki ihtiyaçlı Türklerin Avustralya’ya göç etmeleri için bütün masraflarını Rum idaresi karşılıyordu, Türk nüfusunu azaltmak için.  Türk topraklarının da asgariye inmesi için büyük uğraşlar veriliyordu.  Bütün mesele adadaki hakimiyeti, eldeki toprak miktarı ile egemenlik hakkını pekiştirmeleriydi.
            Artık geldiğimiz bu uzun yolda, yaşadığımız bu acı tecrübeleri dikkate alarak Yahudilerin ele geçirdikleri topraklarımızın satışının da bir an evvel yasaklanması lazım.  Adeta bu toprakların  Yahudilerin eline geçmesi, gizli bir var olma planıdır.
            Kısaca söylemek gerek.
            Topraksız vatan olmaz.  Yahudilern ellerine geçirdikleri toprak miktarımız, bizi masada zayıflatıyor.  Bu tehlikenin farkına varmamız çok önemlidir.
            Zaten Yahudiler Rumlarla aynı tabaktan yiyorlar yiyeceklerini. Rumların argumanları, Yahudilerce kabul görür.
            Mavi vatanda Rumların doğalgaz elde etmeleri, bir çatışma vesilesidir.  Türkiye ve Kıbrıs Türkü ile Mavi vatan projesinin gelirini paylaşmak istemeyen Rumlar, Türkleri mi kayıracak?  Lakin er ve geç Rumlar hizaya geleceklerdir.
            Kısaca ifade edelim.
            Mevcut topraklarımızın azalması bize zarar veriyor.  Zaten Yahudiler hiçbir zaman bizim dostumuz olmadı.
            Yahudiler bir asırdan beri bir vatan arıyorlardı.  Kapağı şimdiki toprak parçasına atmışlar ve acımasızca Filistinlileri öldürüyorlar.
            Bütün dünya akan kanı durdurmak isterken bu konu, BM Genel Sekreteri Guterres tarafından kurula sunuldu ve “Akan kanın” durdurulması önerisi yaptı.  Bu kararın oylaması yapılırken Maalesef Amerika bunu veto etti.
            Bu vetodan sonra herhalde bütün dünyanın hakkı vardır Amerika’ya katil Amerika demeye.  Zaten Yahudilar Amerika’dan güç almasalar bu caniliği yaparlar mıydı?
            O nedenle bundan sonra gözden geçirmek lazım, yabancılara mal satışı meselesini.  Şayet erken tedbir almazsak, başımıza başka başka çoraplar örüleceğini de bilmemiz lazım.