Akşam Lefkoşa’nın güneyinde Yaşar Ersoy ile Kostas Kafkaridis’in birlikte kaleme aldıkları “Tiyatronun Sınır İhlali” adlı iki dilli kitabın tanıtımındaydık…

Salona bir göz gezdirdikten sonra derin bir düşünce sardı beni…

Ta 1980’lere uzandım…

Kıbrıslı Rumlar o dönemde henüz 1974’ün yaralarını sarmakla meşguldü…

Ne onların, ne de bizim “çözüm” diye bir derdimiz vardı…

Ganimet bolluğu henüz bitmemişti ve Kıbrıs’ın kuzeyinde “siyaset” milliyetçiliğin baskısı altındaydı…

“Demokrasi” talebi toplumda her geçen gün daha “görünür” bir sinerji yaratıyordu…

11 Eylül 1980 gecesini anımsadım…

Türkiye’deki faşist Evren darbesinden bir gün önceydi…

Lefkoşa’da Mısırlızade sinemasında bir tiyatro oyunu sergilenmişti.

Bu oyunda Yaşar Ersoy, Işın Cem, Erol Refikoğlu ve Osman Alkaş da rol almıştı. 

Salonu dolduran 700 kişi avuçlarını patlatırcasına bu dört sanatçıyı alkışlıyordu.

Ertesi gün Türkiye’de Kenan Evren cuntası idareye el koydu. Buradaki rejim de giderek sertleşti. 

Oyunda rol alan sanatçılar Yaşar ile Osman,Devlet Tiyatroları’ndaki işlerinden atıldılar.

Onlara o zamanki Lefkoşa Belediye Başkanı Mustafa Akıncı sahip çıktı.Böylece “Lefkoşa Belediye Tiyatrosu”nun temelleri atıldı…

Tabii; siyasal ortam son derecede gergindi… Sağ partiler Akıncı’yı topa tuttular.

Sağ partilerin zengin belediye başkan adayı seçim kampanyasında şöyle diyordu:

“Seçildiğim gün, zehirli fikirler saçan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nu yıktıracağım..”

Bir küçük toplumda “tiyatro” bir anda seçimlerin dominant unsuru haline gelmişti.

Akıncı “Tiyatroya uzanan elleri bu halk kırar” diye meydanlarda haykırıyordu…

Toplumun ilerici güçleri Lefkoşa özelinde “tiyatro”yu yıkılmaktan kurtarmıştı ama rejim yerindeydi…

Bir gün, Rum tarafı ile sanatsal işbirliği için Yaşar Ersoy, Belediye Başkanı Akıncı ile birlikte Denktaş’a gittiler. Denktaş Akıncı ile Yaşar’ın suratlarına bir baktı ve dedi ki:

“Yerin altından bokları birleştirdiniz, şimdi de sanatı birleştirin bakalım…”

1987’de Lefkoşa’nın “sınırı” ilk kez tiyatro tarafından ihlal edildi ve Lefkoşa’nın güneyine geçildi. Satirigo’da Aristoteles’in Barış oyunu oynandığında o akşam orada bir tek Lellos Dimitriades vardı. Rum siyasetçilerden kimsecikler yoktu…

Hiç unutmam… Bobi Avraam o gün “Tiyatro yaşamımın en önemli günü” diye açıklama yapmıştı.

Stelyos Kafkaridis o gün “Bu bir kültürel devrimdir” diyordu.

Daha sonrasında bu ilişkiler geliştirildi…

Yücel Köseoğlu’nun “Gözlerimi Kaparım, vazifemi yaparım” oyununda yarattığı harikalar hâlâ belleğimde tüm tazeliği ile duruyor…

2003’te kapıların açılmasından sonra iki tiyatro işbirliğini daha da geliştirdi.

Bu iki sanatçının ekipleri “barış gönüllüleri” gibi çalıştılar. Omuz omuza verdiler ve birçok ortak proje yarattılar. İstanbul Festivali, Limasol Baf gösterileri ve daha niceleri…

Bu işbirliği içinde yer alan ve 1974’te ailesinden kayıp veren Hristos Zanos şöyle diyordu:

“Anlayış denilen ilaçla yaralarımızı sararak ortak vatan trajedisine son vereceğiz.”

Bu “tarihsel” yolculukta gariplikler var, sürprizler var, mutluluk tabloları var, traji-komik olaylar var…

Ama en önemlisi bu iki kültür adamının ve onların ekiplerinin alın teri, çabası, inancı, inadı ve enerjisi var…

Kıbrıs’taki iki toplum, bazı alanlarda bu “işbirliği”ni oluşturmayı Yaşar ve Kostas gibi önderler sayesinde başardılar…

Ama ne yazıktır ki “tiyatro”da sağlanan bu “barış için işbirliği” birçok alanda yakalanamadı…

Sporda, eğitimde ve daha birçok alanda bir arpa boyu yol gidemedik…

Bu yüzden “tiyatro” alanında gerçekleştirilen bu “işbirliği” herkese örnek olmalıdır.

Evet… Yaşar ile Kostas bize “sanat”ın çatışma ve ayrılıklar için değil, birleşme ve barış için en etkin “silah” olduğunu gösterdiler… Kanıtladılar…

Yeterli mi? Elbette hayır… Daha çok sanat istiyoruz… Daha çok tiyatro istiyoruz… Daha çok işbirliği istiyoruz… Daha çok ortak proje istiyoruz…

Ama en önemlisi; en kalıcısı, en çok istediğimiz bu ülkede ve dünyada BARIŞ’tır…

İçimizde Yaşar ve Kostas gibiler oldukça onu da başaracağız… Ben buna inanıyorum…