Hafta sonu; gece gündüz, harıl harıl çalışan belediyelerin “çabaları”nı nasıl yorumlamalıyız?
“Harika işler yapıyorlar” diye sevinmeli miyiz?
Yoksa seçimlere günler kala; alel acele yapılan kazılara, onarımlara, durmadan asfalt dökmelerine bakarak “Bizi ahmak yerine koyuyorlar” diye hayıflanmalı mı?
Seçim arifesinde yoğunlaşan bu “beledi faaliyetler”i hiç de sağlıklı bulmuyorum…
Bana “kandırmaca” gibi geliyor…
Yollar gelişigüzel ve sürücülere eziyet çektirerek kapatılıyor…
Her taraf toz duman içinde…
Greyderler, çimento kamyonları, dozerler tüm trafiği teslim almış…
Asfalt hammaddesi taşıyan kamyonlar, ülkenin ana caddelerinde döke saça ilerliyorlar…
Yerlere döktükleri sıcak asfalt hammaddesi yollara akıyor, arkadan gelen araçların lastiklerine yapışıyor…
Bu gibi araçları, trafikten alıkoyacak bir “mekanizma” yok…
Ulaştırma Bakanlığı, neredeyse “Bulaştırma Bakanlığı” gibi uzaktan seyrediyor…
Bu “manzara”ya bakınca, insan ister istemez “Müteahhitlerin egemenliği” demekten kendini alamıyor…
Belediyeler; kağıt üstünde “proje” çizen, bunu “müteahhide” veren ve bir daha o işe karışmayan “aracılar” haline dönüştü…
Yollardaki “egemenlik” belediyenin ya da Ulaştırma’nın değil, müteahhidin “insiyatifi”ne verilmiş…
Dileyen, dilediği anda, istediği yolu kesiyor, araçlara yönlendirme yapıyor…
Pakistanlı emekçilerin ellerinde kırmızı bayrak ile Girne yolunda trafiği yönetmesi olağan bir “manazara” haline geldi…
Eskiden “yol kapamak” ciddi bir işti…
İngiliz Yasalarında bu konuda pratik düzenlemeler var…
Önceden haber verme, kapatılan yolda mutlaka polis bulundurma gibi…
Bakıyorum; bu durumlar şimdi “müteahhide” emanet…
Dilediği anda, dilediği yolu dilediği gibi kesiyor…
Belediyeler de, Ulaştırma Bakanlığı da bu “uygulamayı” neredeyse içselleştirdi…
O kadar ki, “müteahhit” kaba işleri tamamlayıp gidiyor ama, son rötuşları yapmıyor…
Kimse de kendisine “Şurayı eksik bıraktın” demiyor…
Gönyeli kaçış yollarında, ana yola bir bağlantı ile asfalt arasında derin bir çukur bırakılmıştı. Müteahhit oraya birkaç kova asfalt dökmedi. Sayın “Ulaştırma Bakanı”na bu konuyu söylediğimden bu yana aylar geçti…
Çukur yerinde duruyor…
Geçen gün, Dinçer Çağın, sosyal medyada bir başka “yarım bırakılmış” örnek verdi…
Şimdi, bu pratik ve küçük örneklerden yola çıkarak şunu ısrarla vurgulamak istiyorum:
Belediyecilik, ciddi bir iştir…
Kıbrıslı Türkler, tarihlerinde “diyet”ini bol bol ödedikleri bu “belediyeciliği” hafife aldıklarını, müteahhide teslim olduklarını, halkı ahmak yerine koyarak oy devşirdiklerini gösteriyorlar…
Belediyeceilikte kocaman bir “dibe vuruş” yaşanıyor…
Gelen giden siyasi partilerin hiçbirinin ciddi bir “reform” projesi yok…
Şimdiye kadar iki konu ortalıkta dolaşıyor:
Bir: Belediyelerin gelirlerini artıralım… Dipsiz kör kuyulara daha çok para akıtalım… TC belediyelere daha çok para versin… Yurttaş suyu daha pahalı içsin… Yeni yasa çalışması “reform” değil, zamlar içeriyor…
İki: Bazı belediyeleri birleştirelim… Yıllar önce ayırmıştık, şimdi birleştiriyoruz… Belli ki bu alanda “fikir” üreten bir siyasal parti de yok…
Oysa, bana göre ilk yapılacak iş; özellikle üç büyük belediyeyi ayrı ayrı kendi yasaları ile yeniden yapılandırmak…
Genel bir Belediyeler Yasası’nda ısrar etmemek…
Örneğin Lefkoşa Belediyesi…
Tam üç tane bakanlığa bedel bir iş hacmi ve yükü var…
Böylesi bir “kurum”u yönetmek, her babayiğin harcı değildir…
Şimdiki Başkan Harmancı’nın ilerici “vizyon”undan hiç kuşku duymadım ben…
Ama, şuna inanıyorum:
Lefkoşa, artık bir başka “model” yönetime geçmeli…
Bugün gelinen noktada; Belediye Meclisi’nin, yetkileri ve sorumlulukları yeniden tanımlanmalıdır…
Onlar da, Başkan kadar işin içine girebilmelidir…
Gerekirse bu kent için “Kent rehberleri” gibi bir ordu oluşturulmalıdır…
“Zabıta”ların iş yapmadığı, sendikanın köstekten başka bir işe yaramadığı bir ortam var belediyede…
Sokakta olanı biteni “görmeyen” yorgun kadrolar var…
Kısacası; sadece Başkan’ı eleştirmek, sanırım “yeterli ve adaletli” değil…
Kıbrıslı Türkler, başkentin yönetimi için daha etkin ve çalışır bir “model” oluşturmak zorundadırlar…
Şu “belediye reformu” dedikleri şeye; Lefkoşa’dan başlasak iyi olmaz mı?