“Rum’lar, Türk tarafına Anayasanın 13 maddesinin değiştirilmesini önerdikleri gün, T   ürk halkına saldırı hazırlıklarını da başlatmışlardı”. 1979

                                                                                             Dr. Fazıl KÜÇÜK

         Amerikan yönetiminin başında bulunan kişi geçtiğimiz günlerde kuyuya bir taş daha atarak Golan Tepeleri’nin İsrail’e ait olduğunu söylüyordu. İsrail’in 1967 yılında Suriye’ye ait olan Golan Tepeleri’ni işgali BM Güvenlik Konseyi’nin 477 sayılı kararının aksine bu açıklamayı yapması zaten gergin olan bölgenin daha da gerilmesine neden oluyordu. Bu taş atması yetmiyormuş gibi bazı akıl daneler Golan Tepeleri’nin işgalini Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’a yaptığı yasal müdahale ile eşit tuttuğunun türküsünü çığırıyordu. Bu yönlü yaklaşımı öne çıkaranlara elmalarla armutların toplanamayacağını söylemekle yetineceğiz. Bunun bir adım ötesinde ise samanla sapı karıştırmak olarak dileyenler de alabilirler.

İngiltere’nin AB’nden boşanması isteği boyut kazanarak devam ediyor. Gelinen nokta adı geçen ülkenin yeni evlenen gelinin baba evinden ayrılarak yeni evine giderken yaşadığı duygusu ile bire bir örtüşüyor. İngilizlerin bir bölümü kalalım derken diğer bir bölümü ise boşanma davasının bir an önce sonuçlanmasının hesabını yapıyor.

Bu gelişmeler yaşanırken Fransa’nın en önde gideni Bay Macron Ermeni savlarını destekleyen bir kararı açıklıyordu. Fransa Parlamentosu aldığı yeni bir kararla 29 Ocak 2001 tarihinde itibaren bu savları kabul ettiğini duyuruyordu. Bundan böyle 24 Nisan günü “Ermeni soykırımını Anma Günü” olarak kutlanacaktır. Paris’te resmi devlet töreni yapılmasının kabul edilmesine karşın diğer kentler ve bölgelerdeki kutlamalar yerel idari amirlerin sorumluluğuna bırakılıyor.

Bugüne değin dost olduğuna inanmadığımız Fransa alınan bu kararla Türkiye Fransa ilişkilerini de dinamitlenmesine katkı vermiş oluyor. Yaşanan bu olay emperyalist ülkelerle dostluğun kurulamayacağını aldıkları bu kararla bir kez daha kanıtlamış oluyorlar. Onların bu çıkışlarına karşın bilimsel verilerle yanıt vermenin doğru bir tavır olacağının bilinmesini istiyoruz. Bundan böyle şu ülke bunu yaptı. Diğeri de bağlayıcı olmayan karar aldı. Hukuki bir değeri yok söylemlerini bir köşeye bırakarak yukarıda da değindiğimiz çıkışlarla zemin kazanmamız gerekiyor. Bilim üreten kuruluşlara da büyük görev ve sorumluluk düşüyor.

Önümüzdeki Mayıs ayında yapılacak olan seçimlerden sonra AP yeniden şekillenecek. Bu arada Bay Nikos Anastasiyadis’in son dönemde sıklıkla bazı söylediklerinden çark ediyor görüntüsü veriyor olmasını hedef şaşırtma olarak değerlendirmek gerekiyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmaları ile kurulmuş olan düzeni yıktıklarını unutarak aynı oyunu bir kez daha gündeme taşıyor olma oyununun inandırıcı olmadığını bir kez daha kanıtlamış oluyor. Yeni çözüm modeli olarak desantrilize federasyon üzerinden yetkilerin paylaşılması ile bütün kararlarda olumlu oya gerek kalmayacak ve sürdürülebilir bir devlet yapısı yaratılacağını söyleyebiliyor.

Bu yönlü bir önerinin yapılıyor olması Makarios’un 30 Kasım 1963 günlü tehdit içeren öneri demetinde yazılanlarla bire bir örtüşmektedir. Başta eski Akel Genel Yazmanı Bay Dimitris Hristofyas’ın seçilmeden önce katıldığı bir toplantıda, “Kıbrıs Türk’lerine uluslararası hukukun tanıdığı en üst düzey azınlık hakkı vereceğiz” söylemini de doğruluyor. Bay Anastasiyadis’in bu söylemi aynı tarlada dolaştıklarının da göstergesidir. Böyle bir yapının kurulması sonrasında Kıbrıs Türk’lerinin hiçbir önerisinin işleme konmayacağını konsa bile kabul edilmeyeceğini özellikle kaydetmek durumundayız. Bu hedeflerini de gizlemiyorlar.

Rum’ların düşündükleri Birleşik Kıbrıs’ın bu şekilde kurulacağını müzakere sürecinde dillendiriyorlar. Bu gerçek biliniyor olmasına karşın sözcük oyunları ile zaman kazanıyorlar. Oynamakta oldukları bu oyunun görülmesi gerekiyor. Buna karşın Kıbrıs Türk’leri olarak bizlerde nasıl biz çözümden yanayız nasıl bir çözüm istiyoruz. Bu hususu daha fazla zaman yitirmeden sorgulamamız gerekiyor. Buna koşut el ele vererek zaman boşa harcamadan Ulusal Konseyi kurarak çalışmalara başlamamız gerektiğini zorunlu görüyoruz. Ülkemizin bu yaklaşıma gereksinimi olduğunu ısrarla vurguluyoruz.

Ada’da kalıcı olmamıza giden yolun Ulusal Konsey’in kurulmasından geçtiğinin bilinmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız.