Pazartesi günlerini pek severim…
Haftaya “harika” bir başlangıç yapmak… Hafta sonunda biriktirilmiş bir “enerji” ile yaşama sarılmak…
Sabah erkenden kalkıp BRT radyosunun spikerinin ağzından bir haber bülteni boyunca en az on sözcüğün nasıl da hoş bir ağızla “tarumar” edildiğini yaşamak…
“Plebisit” yerine “plesibit” diyen ve bunu haftalardır sürdüren BRT spikerinin yarattığı “hoş” gülümsemeyi tatmak…
Nescafe’nin “İkisi bir arada”sını fincana boşaltırken, “Gazeteci” ile “reklamcı”nın “ikisi bir arada” versiyonunu keyifle dinlemek…
Reklamlarla haberlerin sarmaş dolaş nasıl da ustalıkla oynaştığı bir özel “radyo”da, özel telefon şirketlerinin halkımız için yarattığı “yenilikleri” dinleye dinleye işyerine gitmek…
Bu “keyfi” ve bu sabah “dinginliğini” yaratan tüm yaşam “seans”larına şükürler olsun demek…
Tüm “yaşam koç”larına, yoga hocalara, “bars” ustalarına “iyi ki varsınız” duaları ile haftaya başlamak…
Gerçekten; bu topraklarda yaşamak bir nimet…
Üstelik Başbakanımız gibi, “Kıbrıslı”lığı kabul etmeden, içine sindirmeden, reddederek bu topraklarda yaşamak, daha da büyük bir nimet…
Ama hepsinden önemlisi; insanı tepkisizleştiren, kanıksatan, durgunlaştıran “olgunluk”…
Trafikte; ağzında sigara, soldan geçen, önünüzde sağ yapan, yol içinde kıvırırken “Hade be moruk” diye bağıran genç kızlar yok mu?
Bayılıyorum onlara…
Hele şu gözlüklü, kirli sakallı tır şöförünün el kol işaretlerine, kızgınlığına nasıl da babacan bir “anlayış” savurduğuma ben bile şaşırıyorum…
Ya şu, beyaz mersedesli, harika makyajlı genç kadının, çocuğunu okul önünde indirirken yolun tam orta yerine park etmesi…
Arka kapıyı açıp, tüm yolu kaplarken, arkasında bekleyenlere öfkeli bir bakış fırlatması…
İnanın; bu kıza bir tek eski trafik müdürü Özdemir Bey kızabilir…
Ben, kızamam… Bu Pazartesi sabahı işyerine “sağ salim” gideceğimden eminimin ve “kafayı taktığım” hiçbir şeyin beni hırpalamasına izin veremem…
Hatta sağımdan, solumdan geçen beyaz plakalı “Zet” araçların “akrobatik” davranışlarına da herkes gibi kısa zamanda ısındığımı söyleyebilirim…
Bir tek sorunum; beyaz plakadaki “Z” harfini plakadaki sayılara bitişik yazdıkları ve adeta gizledikleri için, hemencecik aracı tanıyamıyorum…
Ama kısa zaman sonra işin ayırdına varıyor ve Başbakan’a da, yardımcısına da garip biçimde “hayırdua” etmeye başlıyorum…
Neden mi?
Bu “Zet” araçlar konusunda yaptıkları “reform” için…
Rum tarafından gelen “Zet” araçların plaka rengi kırmızıdır diye hemen fark ediliyorlar…
Adamlar hâlâ, İngiliz zamanından kalma “kırmızı” plakayı kullanıyorlar.
Böylece, aracın “yabancı” biri tarafından, bir “turist” tarafından kullanıldığını fark etmeyi amaçlıyorlar…
Herhalde onlarda Serdar Bey ve Hüseyin Bey gibi “yaratıcı beyin”ler yok…
Bu yüzden ben, bu ikilinin yarattığı “devrim”in çok özel ve “nev-i şahsımıza münhasır” olduğunu
görüyor ve “devlet bu zet işinden milyonlarca lira kayba uğruyor” gibi laflar etmiyorum…
“Zet” aracın tarfikte fark edilmemesi için buldukları bu “formül”le uluslararası “patent” ödülü bile alabilirler…
Şimdilerde ekonomimiz “zet” furyası ile kanatlanmış bulunuyor…
Şirketler de, yerliler de, öğrenciler de “Zet”i tercih ediyorlar…
“Zet” araçların ithalinde devlet, araba kiralama şirketlerine büyük vergi “kıyağı” yapıyor ve böylece ucuza mal ettikleri araçlarla yollarımızda “fink” atanların “keyif”lerinden biz de nasibimizi alıyoruz…
Sabahleyin Gönyeli çemberindeki upuzun kuyrukta beklerken, artık “zet” araçların sayısının normal binek arabalarını geçmeye başladığını gördüğümde kocaman bir “bravo” çekmekten kendimi alamıyorum…
Bir yanda “inşaat müteahhitlerinin” diktiği çok katlı beton yığınları… Öte yandan araba ithalatçılarının yollarımızı tıka basa doldurduğu “zet”ler…
İşte ekonomi bu…
Bu günlerde; yol kenarlarında kazalı, ya da benzini bitmiş “zet” araçlar görmek, Sanayi Bölgesi’ndeki (Kaporta bölgesi) tüm sokaklarda darmadağın olmuş “zet” araçları izlemek mümkün…
Bu “manzara”lar, aslında Pazartesi sabahı “kanıksama” kat sayınızı artırıyor…
Hatta böylesine bir “değişim” ve “reform” yaptıkları için hükümet büyüklerimizin isimleri önüne “Zet” sözcüğünü koyarak, aklınızla dalga bile geçebilirsiniz…
Örneğin ZET Kemal…
Zet Serdar…
Zet Hüseyin...
İnanın bu “yumuşaklık” ve tepkisizlik ; müthiş bir “stres”i yok etme taktiğidir…
Gerçi “tepkisizlik” de bazen başınıza iş açabilir…
Çünkü insanımız, trafikte sizinle “kavga” isterken, siz lakayt biçimde afal afal bakıyorsunuz…
Ya da gülüp geçiyorsunuz…
Artık bu “davranış”ın da hiçbir caydırıcılığı kalmadı…
Adam, az ileriye gidip önünüzde duruyor ve aşağıya inerek arabanızın yanına kadar gelerek sizi “düello”ya davet ediyor…
Haydi bakalım… Problemi “def” etmek için birkaç dakikanız var…
Alttan alarak, boyun eğerek, genç adamlara “uygun” bir dille, sorundan kurtulmanız bazen mümkün oluyor ama bazan da Özcanhan gibi sopalarla sağlam bir “dayak” yeme olasılığı da yok değil…
İnanın; böyle bir Pazartesi sabahı ile haftaya başlamak sadece “Kıbrıslı” iseniz mümkündür…