30 Ağustos, 1922, Dumlupınar’da Atatürk’ün Başkumandanlığında zaferle sonuçlanan büyük taarruzun zaferin yıldönümü...  Her yıldönümünde yazılan yazılar zaferler üzerinedir.  Basmakalıp bir 30 Ağustos yazısı yazmak istemedim bugün.  Bugünkü köşe yazımı, Türkiye’nin kurtuluşunda ve savaşlarında yaşananlar ve anılar üzerine yazmayı düşündüm.
            Ünlü araştırmacı yazar Yılmaz Özdil’in 2018 yılında yayınlanmış bir kitabı var.  Kitabın adı, “MUSTAFA KEMAL”.
            Bu kitap bize, mücadele öncesinde ve sonrasında yaşanan anekdotları anlatıyor.  Pek çok bilinmezleri öğrenirsiniz o kitapta..  Bir roman tadında kaleme alınan o kitap, hem Atatürk’ü, hem İnönü’yü, hem de Lozan’ı ve sonrasını anlatıyor ayrıca.
            Atatürk’ün İsmet İnönü’ye 30 Ekim 1923 sabahı yazdığı yazı hayli ilginç ve ilginç olduğu kadar da önemlidir.
            Atatürk o mektubunda şöyle diyordu...
            “Bize geri; borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı.  Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.  Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği bir görev bu.  Özgür bir toplum oluşturmak  zorundayız.  Çağdaşlaşmak, bu ideali gerçekleştirmek zorundayız.  Bu görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.  Allah yardımcımız olsun.”
            Mustafa Kemal’in herşeyini paylaştığı en kadim dostu İsmet İnönü’ydü.  O nedenle acılarını kendisi ile paylaşmak istedi.
            Birinci ve İkinci İnönü savaşları ile Büyük Taarruz, Türkiye’nin kaderini değiştiren zaferlerdir. Mütareke imzalandığında ve İnönü Lozan toplantısına gittiğinde, İnönü’nün Özgür Türkiye’yi yaratmak ve ülkeyi düşmandan arındırmak için o toplantıda verdiği savaş, masa başında süren bir savaştı.
            Lozan Konferansında İnönü’ye söz vermek istemeyen oturum başkanını dinlemeyen İnönü kürsüye çıkmış ve şöyle demişti:
            “Ne demek oluyor bana söz vermemek?  Sizler benim ülkemi işgal edip masum insanlarımızı katlettiniz. Ülkemizi mahvettiniz ve büyük zararlara uğrattınız.  Bu mu sizin adaletiniz ve insana olan saygınız?  Biz savaşarak işgal ettiğiniz topraklarımızı sizin elinizden kutardık. Halkımıza özgürlüğü bahşettik.  Bu Konferans, Türkiye’nin bütün  işgalden arındığını ve Türkiye’nin özgür ve çağdaş bir ülke olacağını belgeleyen bir konferanstır.  Hiçbirinizin bizim özgürlük ve vatan sahibi olma hakkını elimizden alamaz.”
            İsmet İnönü’nün bu sözleri tarihe geçmiştir.
            Lozan Antlaşması imzalanırken İnönü tek bir adım atmamıştır kararlılığından.  Özellikle İnönü o güzel Fransızcasıyla onlara gereken cevabı vermiş ve Türkiye’nin özgür bir vatan olduğunu tescillemiştir.
            O günlerde Türkiye’nin nüfusu 13 milyondu.  11 milyonu köylerde yaşıyordu.  40 bin köy vardı.  37 bininde okul yoktu.
            Düşünebiliyor musunuz?  O zamanki Türkiye ile şimdiki Türkiye arasında dağlar kadar fark vardır.
            Atatürk bir başka deyişinde de şöyle diyordu:
            “Cumhuriyet ahlaki fazilete dayanan bir idaredir.  Sultanlık, korku ve tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil ve rezil insanlar yetiştirir.  Aradaki fark bundan ibarettir.”
            Hele bir düşünün Ata’nın çağdaşlaşma konusunda attığı adımlara...
            Kıyafet devrimi, yazı devrimi ve kadınının seçme ve seçilme özgürlüğü...  Ve daha da çağdaşlaşmayı öngören devrimlerine.
            Atatürk, bakışlarını batıya çevirmiş ve “Muasır develetler seviyesine çıkacağız” demiştir bir söylevinde.
            “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözleri onun ağzından çıkan anlamlı ve mesaj dolu sözlerdir.
            Atatürk çağdaş Türk kadınını yaratmak için kıyafet devrimini yapmıştır.  Hatta kıyafet devrimini anlatan o resim de tarihe geçti.
            Atatürk ortada duruyor ve etrafında şapka ve modern kıyafetler giyiş kadınlar...  Türkiye’nin tam olarak kıyafet devrimine uyduğunu söyleyemeyiz. Bunun gerçekleşmesi zaman alacak herhalde.
            1924 yılında Hitler başa geçmişti.  İtalya’da Mussolini, İspanya’da Franko başa geçmişlerdi.  Portekiz’i Salazar yönetiyordu.  Rusya’da Stalin hakimdi.  Polonya’da darbeyle iktidara gelen Pilsudtski halkı eziyordu.  Macaristan’da kral naibi olarak amiral Horthy ülkeyi inletiyordu.  Romanya ve Yugoslavya’da krallar vardı. Avusturya’da ise çar vardı. Arnavutlu’ta Cumhurbaşkanı Ahmet Muhtar Zorgilli kendi kendini kral ilan etmişti.  Yunanistan’da general Metaksas darbe yapmıştı.  İsveç de Nazi yanlısıydı.
            Avrupa’da o dönemde İngiltere, Fransa ve Türkiye dışında halk egemenliği ile yönetilen başka ülke yoktu.
            Mustafa Kemal vizyonu,  Türkiye’yi üç yıl gibi inanılmaz kısa bir sürede modern dünyanın lider ülkelerinden biri yapmıştır.
            Nitekim hem Hitler, hem de Mussolini yıllar sonra yazdıkları anılarında, Mustafa Kemal’i örnek aldıklarını söylemişlerdir.
            Sadece tarih Mussolini ile Hitler’i zalim, Mustafa Kemal’i de kahraman ve vicdan sahibi olarak yazmıştır.
            İşte Büyük Türkiye böyle Büyük Türkiye oldu...