Büyük değişimler başlangıçta imkânsız gibi gözükür.
Bir oldu-bitti bile başlangıçta imkânsız gibi görünen öngörü ve söylemlerle başlar. Olup bittikten sonra geriye dönüp “zaten böyle olacağı belliydi” dedirtir ama olan olmuştur.
Örneğin bellibir süredir birbirinden bağımsız birçok konuda ortak bir sistem ve kurallar(“kanunlar”) zincirinin olmasına yönelik global ölçekte çalışmalar var.
Halihazırda büyük sermaye gruplarının da maddi desteği ile sürdürülebilirlik şemsiyesi altında faaliyet gösteren küresel kurumların etki alanlarını artırarak, yetki ve dolayısıyla yaptırım alanlarını da artırmaya yönelik çalışmaları olduğunu biliyoruz. Tüm bu çalışmalar ileride olabileceklere yönelik bir ön kavramsal tasarım olarak da pek ala yorumlanabilir.
Bu çalışmalardaki temel nokta dünyanın bugüne kadar olmadığı şekilde ardı ardına gelen sınır tanımayan problemlerle meşgul olması gerçeğine dayanıyor.
Bu tespitten hareketle adı açıkça konmasa da ülke egemenliklerinin sınırlandığı yeni bir düzenin hedefi masum üsluplarla çeşitli platformlarda dile getiriliyor.
Bunları duyuyor ama diğer taraftan da günlük hayatın geçim derdi ile meşgul olan kamuoyları“bizim mahallede bir şey olmaz, olursa başka diyarlarda olur” kafasında olmayı tercih ediyor.
Nedir bu konu başlıkları?
Global ısınma ve bunun sebep olduğu doğal afetler, giderek yetersiz kalan dünya su kaynakları, artan açlık ve çaresizlik içerisinde bunu seyreden ülkeler.
 
Mali piyasalardaki krizlere sebep olan ülke bazında düzenlenmiş yetersiz ve uygulamaların çok gerisinde kalmış serbest piyasa kontrol mekanizmaları.
 
İnsanların artan seyahat etme alışkanlıkları ile birlikte kuş ve domuz gribi ve sonunda pandemiye dönüşen Covid gibi salgın hastalıklardaki artış ve bunun daha da artacak olması ile ilgili küresel kamuoyu oluşturucularından gelen demeçler.
 
Tüm bu gelişmelerin ülke bazında mücadelenin zorluklarını ortaya çıkardığı bir gerçek.
 
Giderek sınır tanımayan ve bir ülkenin aldığı kararlarla pek bir ilerleme kaydedemeyeceği sorunların ön plana çıktığı veya çıkarıldığı bir dünya düzenine kontrollü ya da kontrolsüz bir şekilde yol aldık.
 
Bu sorunlar, güçlü ülkelerin bile tek başına ne kadar yetersiz kalabileceklerini, kendi vatandaşlarına gösterdi.
 
Sorunların küresel boyut kazandığı bir ortamda dünyanın ülkeler bazında örgütlendiğini unutmamak lazım.
 
Bu aşamada, kalıcı sürdürülebilir çözüm için dünyada ülkelerin yerini küresel bir devletin almasını önermek elbette gerçekçi olmaz.Diğer taraftan da güç ve yetkinin ülkeler bazında örgütlendiği bir dünyada, küresel sorunlara çözüm bulabilmenin gittikçe güçleştiğini artık her platformda işlenmeye, dile getirilmeye başlandığı da bir gerçek.
 
Açıkça olmasa da söylenmeye çalışılan bu sorunların çözümü için ülke egemenliklerinin paylaşımının gerektiği.
 
Bunun karşısında duran da bugün içine girilen ekonomik, siyasi ve bölgesel savaşların yarattığı krizlerle mücadele etmek durumunda kalan ekonomik, siyasi ve askerî açıdan güçlü ulus devletler.
 
Küresel örgütlerle birlikte uluslararası sermayenin küresel sorunları ön plana çıkararak insanları ve ülke kaynaklarını kontrol etmeyi, kendi çıkarlarına da uygun düzenini korumayı ve ilerletmeyi amaçladığını söylemek hafife alınacak bir iddia değil.
 
Söz konusu olan çeşitli başlıklar altına ülke egemenliklerinin devredilmesidir.
 
Bu komplo teorisi gerçek olacaksa BM gözetiminde küresel sermaye ile ulus devlet temsilcilerinin kamuoyları önünde müzakere etmesiile olmayacaktır!
 
Bu ancak büyük bir yıkımın empoze edeceği koşulların oluşması ile olabilir.
 
Koşulların tam anlamıyla oluşması da bu aralar en tepe noktadaki çeşitli devlet yetkilileri tarafından dile getirilen 3. Dünya savaşının getireceği yıkım sonrası mıdır acaba diye insan düşünmeden edemiyor.
 
Geçilen bu sürecin sonunda azalacak olan nüfus ile dünyaya tekrar istikrarın gelmesi için ülkelerin egemenliklerini daha üst küresel kurumlara devretmelerini gerektireceğinin genel bir kabul görmesi hedeflenmektedir.
 
Bunu küresel sermaye kurumlarının ve onların güdümündeki kurumların talep etmesi yerine çözüm bulmaktaki çaresizlikle kamuoylarının bunu görüp kendi ulus devletlerinden talep etmeleri sürecinin içerisindeyiz.
 
Konu İsrail-Filistin/Hizbullah/Hamas ya da Rusya-Ukrayna savaşlarının ötesindedir.Bunlarla birlikte alevlenecek savaşlar zincirinin arkasından gelecek yepyeni bir dünya düzeninin acil bir ihtiyaç haline bürünmesi için ne yazık ki büyük bir yıkıma ve insanlık dramına ihtiyaç vardır.
 
Tabiri caizse ölümü görmekle kalmayıp yaşayıp yepyeni bir düzene koşarak gitmek varılmak istenen konjonktürdür.
 
Bu vesileyle bir bakarsınız bizim Kıbrıs sorunu da çözülür! Her iki tarafta da birileri de o anlaşmayı imzalar. Artık kime denk gelirse. Biz de Sarayönü’nde “bunun böyle olacağı zaten belliydi” der kahvemizi yudumlarız.