Bundan tam 49 yıl önceydi... Türk askeri, Makarios darbesinden sonra soydaşlarını kurtarmak için Kıbrıs’a çıkarma yapmıştı. Rumlar böyle bir çıkarma beklemiyorlardı ama yine de içlerinde bir korku vardı. İçlerinde korku olmasa adanın bütün sahillerine devasa beton mevziler yaparlar mıydı?
Birinci Harekat sonrasında ateşkes sağlanmış ve Cenevre görüşmeleri başlamıştı. Kleridis nor diyor, peynir demiyordu anlaşma yapılması için. O, herşeyin eskisi gibi olması için çırpınıyor ve Türk askeri adadan çıkmalıdır diyordu.
Cenevre’deki toplantıya Türkiye Dışişleri Bakanı Turan Güneş katılmıştı. O kadar zorlamaya rağmen bir türlü Rumlar hizaya gelmiyorlardı, şimdiki gibi.
Cenevre görüşmeleri sonlanınca Turan Güneş Ankara’ya bir mesaj vermişti.
“Ayşe tatile çıkabilir...”
Esasında Ayşe’nin tatile çıkması, Cenevre görüşmelerinden olumsuz sonuç çıkmasına bağlıydı. Telefonda verdiği mesaj esasında bir şifreydi. Yani İkinci Harekat başlayabilir mesajıydı. Sözde Turan Güneş’in kızı çıkacaktı tatile. Oysa tatil diye ikinci harekat başlatılacaktı.
Yani 14 Ağustos, bizim tam özgürlüğümüze kavuştuğumuz gündür.
Turan Güneş’in mesajından sonra Türk askeri tam iki gün içinde özgürlük hattını çekmişti. Mağusa’dan Yeşilırmak’a kadar. Artık ada resmen ikiye bölünmüş ve Rumlar hayatımızdan çıkmışlardı.
Maalesef İkinci Harekatın başlaması ile, Taşkent’in bütün erkeklerini öldürmüşlerdi. Bunun yanında Muratağa ve Sandallar Köyü sakinleri de katliama uğramışlardı. O katliamda benim de öz halam katledilmiştir. Rumları kim affedebilir ki?
Onlar bütün hırslarını savunmasız kadın, çoluk çocuk va hasta insanlarımızdan almışlardı. Şimdi yeniden birleşelim diyorlar. Biz aptal mıyız? Yaşanan bunca acı ve kayıptan sonra neden eskiye dönelim?
İkinci Harekattan sonra güneyden gizli kaçışlar yoğunlaşmıştı. O kaçışta bir anneyle kızı katledilmişti dağda.
Güneyde kalan Türk mücahitleri stadyuma tıkıldıkları için isimleri Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerlerinin kayıtlarına geçmişti. O nedenle Türk ve Rum esirlerin sorunu esir takası ile sonlanacaktı.
Rumların inatçı eşek gibi olan tavırları, bize mutluluk ve özgürlük getirdi. Bundan sonraki iş, diplomasi savaşına kalıyordu.
Kıbrıs anlaşmalarının bir şartı da, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantör olarak kalmalarıydı.
Tam onbir yıl Yunanistan Kıbrıs’a gizlice asker çıkararak esasında adayı işgal etmişti. EOKA ile Yunanlıların Galamaraları birleşince bizim hayatımız tam bir çıkmaza girmişti. Onların kafalarındaki Akritas Planı gereğince, tıpkı Girit’te olduğu gibi bir gecede bütün Türkleri katletmekti. Ama bunu başaramadılar.
Türkiye o garantörlük hakkını kullanarak adaya asker çıkarmıştı.
İkinci harekatta elimize geçen Maraş, bizim geleceğimiz için bir maya haline geldi. Türkiye’de ve KKTC’de bütün turizmciler ateş üstünde Maraş’ın açılmasını bekliyorlar.
Maraş’ın kontrol altına alınması ve Türk topraklarına katılması bizim suçumuz değildir. Bütün barış kapılarını zorlayan hep bizler olduk.
Bakın şimdi şartlar nasıl değişti.
KKTC ve Türkiye’nin yeni stratejisi, iki eşit ve egemen devletin birbirini tanıyarak bir anlaşma yapmasına yöneliktir. Rumlar yine nor deyip peynir demiyorlar. Farkınsaysanız Rumların her reddi, bizim yükselişimiz ve gelişmemize vesile oldu ve oluyor.
Zamanın Rum toplumu görüşmecisi Glafkos Kleridis yıllar sonra hatıralarında yazmıştır.
“Keşke Cenevre’deki tekliflerden birini kabul etseydim ve ikinci harekat olmasaydı. Öyle bir anlaşma olsaydı, ne binlerce insanımız evinden yerinden olacak, ne de Maraş Türklerin eline geçecekti.”
Bu sözleri Kleridis’ söyleten de yaşanan gerçekler ve Rumların uzlaşmazlığıdır.
Şimdi Rumlardan bir kahraman siyasetçi çıkıp da der mi?
“Ey Kıbrıs Rum halkı. Gözlerinizi açınız. Biz diklendikçe ve inatına anlaşmaya yanaşmadıkça Türkler kazanıyor. Bunu da mı gözleriniz görmüyor?”
Böyle bir siyasetçi Rumlardan zor çıkar. Rumların bir üniversite öğretim görevlisi söylemedi mi?
“Siz gerçekleri kendi halkınızdan gizliyor ve hamasi nutuklar atıyorsunuz. Bütün ders kitaplarımız düşmanlık tohumları saçıyor.”
Bize ne?
Biz inandığımız yolda yürüyoruz ya Anavatanımızla.
49 yıl daha geçse, bizim ideallerimiz hiç değişmeyecek ve inançlarımızla yaşamaya devam edeceğiz.
İyi ki 49 yıl önce Ayşe tatile çıkmıştı...