Kıbrıs’ta en çatışmalı günlerde bile, iki toplum arasında “kesintiye” uğramadan sürdürülen yegâne işbirliği alanı diyebilirim ki “sağlık”tı…

Barikatlarda kuş uçurulamazken bile, Kıbrıslı Türk hastalar, özellikle kanser hastaları ambulanslarla öteki tarafa taşınıyor ve sağlık hizmeti alıyordu…

2004’te kapıların açılmasının hemen arkasından, yıllarca Kıbrıslı Türk binlerce hasta; tedavisini, ilaç gereksinimini Rum sağlık sisteminden sağlıyordu.

Rum ultra faşistlerin baskıları sonucu; Kıbrıslı Türklerin Rum hastanelerinden hizmet sağlamaları “yasal” olarak engellendi.

Son zamanlarda; bu hizmeti alabilen çok az sayıda Türk hasta kalmıştı.

Daha geçenlerde; “Corona” bahanesi ile kapıların kapanmasından sonra bile, Cumhurbaşkanlığı ve KKTC Dışişleri Bakanlığı’nın girişimleri sonucu Türk hastalara ilaçları BM aracılığı ile bu tarafa gönderildi.

Cumhurbaşkanı Akıncı, Coronavirüs Krizi ortaya çıktığında, inisiyatif alarak Anastasiades’i aramış ve bu global mücadelede “işbirliği” yapılmasını, ortak mücadele edilmesini önermişti.

İki lider; özellikle kriz süresince, iki toplumlu “Sağlık Teknik Komitesi”nin sürekli iletişim halinde olmasını, günlük gelişmelerden birbirlerini haberdar etmelerini kararlaştırmışlardı.

Bu “Komite” bu sürede hep temas halinde oldu…

Ancak; özlenen, istenen gerçek bir “işbirliği” yapmadılar, yapamadılar…

Kurulan diğer iki toplumlu komiteler de zaten, genel politik durum nedeniyle; Eski Eserlerin Restorasyonu ve Kültür Komitesi’nin bazı etkinlikleri dışında son zamanlarda yeterince iş üretemediler.

Ancak bu kez durum çok farklıydı…

Bütün dünya, global bir saldırı karşısındaydı ve “Sağlık Komitesi” harika bir “işbirliği” ile bütün diğer alanlarda örnek olabilecek adımlar atabilirdi.

Doğrusu şu ki; bu fırsat henüz kaçırılmış değil…

Çünkü “savaş” devam ediyor ve Corona, sınır tanımıyor…

Türk- Rum tanımıyor, siyah-beyaz tanımıyor, Müslüman-Hristiyan tanımıyor…

İşte tam da bu noktada; iki toplumlu Sağlık Komitesi, Rum tarafından bazı ilaçlar ve koruyucu malzemeler talep ediyor.

Rum tarafı; bu süreçte dış ülkelerden büyük miktarda yardımlar aldı ve bunların bir bölümünden Kıbrıslı Türklerin de yararlanmasından daha doğal bir şey olamaz.

Bu arada; yine Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, AB’den de bazı talepleri oldu. AB; kendinden beklenmeyen bir hızla bu taleplere yanıt verdi ve sağlık ekipmanları için Türk tarafına 5 milyon Euro ayırdı. 2.5 milyon Euroluk kısmının da bu günlerde elimizde olması bekleniyordu.

Uzlaşmaya göre; tüm bu yardımlar; iki toplumlu “Sağlık Komitesi” üzerinden Türk tarafının kullanımına sunulacak.

Cumhurbaşkanı Akıncı, geçen gün Anastasiades’le hem ilaçları hem de AB yardımlarını konuştu. Özellikle 200 adet “Klorokin” ilacının Türk tarafına gelecek hafta verileceğini açıklaması üzerine UBP’nin İskele vekili olan bir kadın üye “Corona siyaseti” yapmaya kalktı.

Neymiş? Rumun ilacını istemezmiş…

Tabii bu arada; Cumhurbaşkanı Akıncı’ya da, bir kadına asla yakışmayan ifadelerle saldırdı.

Onun bu “Corona üstünden” hamaset yapma çabası, elbette bir “mahalle siyaseti”nden öteye geçemez…

Üstelik doğum yeri ve doğum yılı nedeniyle, bizim geçmişimizi ve hassasiyetlerimizi bilmesine de olanak yok…

Bilemez, nereden bilsin…

Keşke; bu vekil; kendi “mahallesindeki” ve kendini seçen kitlenin yaşadığı topraklardaki Y. Erenköy Belediyesi’nden yükselen çığlığa kulak verip “Daha ilk günden hükümetten maske, tulum ve eldiven talep ettik, göndermedi.” diye bağırdığında imdadına koşsa, vekilliğini yapsaydı…

Keşke kendi üzerine zem olmayan bir işe girişeceğine, Türkiye’den ilaç getirmeye harcayacağı parayı; kendi bölgesine, ona oy verenlere, inim inim inleyen kendi insanına harcasaydı…

Harcasaydı da o Karpazlı insanlar arasında Corona yayılmasaydı…

Tabii; bu arada “mahalle politikacı”larının dünyalarının dışında, ilginç bir gelişme oldu. Limasol’da fabrikası bulunan ve Kıbrıs’ta yanıbaşımızda üretilen bu ilacın, Fransa’da 1067 kişi üzerinde denendiği ve %92’sinin iyileştiği öğrenildi.

İlacın Kıbrıs’ta üretiliyor olması; bir kriz durumunda Kıbrıs için ciddi bir avantajdır ve insana adeta “güven” veriyor…

Meğer; Rum tarafı çoktan İsrail ile işi pişirmiş, onlara bu ilacı vermiş, İsrail askeri uçakları ile Hindistan’dan 5 bin ton ham madde getirtip stok yapmış.

Şimdi; Rum tarafında Anastasiades’e karşı ultra milliyetçiler bağırıyor:

“Bu ilacı bize ayırın. Türklere vermeyin” Hatta “Bırakın ölsünler” diyenler bile var.

Bizde de “İlacı almayın” diyenlerle aynı nakarat içindedirler…

Üstelik bizdeki “ultra”lar, işin içine Türkiye’yi de karıştırmak istemektedirler. Oysa; KKTC’nin TC ile ilişkileri, yardımlaşması, işbirliği bu konu ile zerre kadar ilişkilendirilemez.

Öyle bir dönemde, öyle bir ortak düşmanla çatışıyoruz ki; Türkiye “Katil İsrail” dediği ülke ile ilaç ve malzeme konularında dayanışma içine girmiştir.

İsrail ile Filistin bugüne kadar olmadığı biçimde yakınlaşmıştır.

Dünya bu ölçüde yakınlaşır, işbirliği yaparken, bizdeki “kafatasçı”lık ne böyle?

Hem; Akıncı’ya Rum’la işbirliği yaptı diye küfreden Vekil, Erdoğan’a İsrail ile neden işbirliği yaptığını niye sormuyor?

Sorabilir mi?