Üretkenlik ille de fabrikalar kurmak değildir. Üretkenlik, öncelikle kalkınma planlarının akıllıca, toplumu kucaklayıcı ve gelecek nesillerin önünü kapatmayacak şekilde bilinçli seçimlerle beyinde başlamasıdır....
Üretkenlik ille de fabrikalar kurmak değildir. Üretkenlik, öncelikle kalkınma planlarının akıllıca, toplumu kucaklayıcı ve gelecek nesillerin önünü kapatmayacak şekilde bilinçli seçimlerle beyinde başlamasıdır. Diğerleri sonradan gelir. Her bireyin içinde bulunduğu topluma mutlaka katkısı vardır. Önemli olan kişilerin sahip olduğu potansiyellerini ortaya çıkarabilmek bunları doğru bir biçimde kullanabilmektir. Komplekse kapılmadan, destekleyerek, araştırarak, geliştirerek. Yine aynı şekilde ülkenin kaynaklarını da, ülkede yapılabilecekleri de doğru hedeflerle, doğru atılımlarla, doğru insanlarla aydınlık gelecek için kullanabilmektir. Uzun zaman evin dışına çıkmayan ergen bir danışanım için terapiye gelmek kendisi için ilk adımdı. İlerleyen zamanda kendisine önceleri ürkütücü gelse de iş yaşamını deneyimlemeyi hedefleri arasına koymuştu. Evin dışına çıkıp bir yerde çalışmaya başladığında ise işi maydanoz yıkamak, çatal-bıçakları peçetelere sarmaktı. Bu durum ona kendisini önemli hissettirmişti ve hedeflerine sipariş almayı da eklemişti. Çaba sarfediyordu ve başarıyordu. Yaşam evin dört duvarları ve sigara değildi artık. Daha katlanılır olmuştu yaşamı ve içi daha bir coşkuluydu. Kendisini toplumdan izole etmek yerine bu şekilde topluma katılmayı ve bir yerden başlamayı öğrenmişti. Yukarıdaki örnek bireysel bir kazanım ancak, getirisi çok. Topluma yararlı bir katılım birçok zararlı alışkanlıkları, toplumsal dejenerasyonu, ruh sağlığının bozulmasını önler. Şimdi daha farklı bir çalışma yaşamından bahsetmekte yarar var. Devlet çalışanı olmak. Hani bir yere girer de kadro alırsanız ömür boyu yatarsınız. İşi sevmenize gerek yok bu sistemde. Maksat sözüm ona tasasız yaşam. Bizler devlet dairelerini beğenmeyiz şikayet de ederiz ancak, ironik bir şekilde ise hep devlette çalışmak isteriz. Devleti güvence görür, kendimizi garantiye alır sonra çalışmayı pek bir kaytarırız. Kaytarmakla kalmaz iş yapana da yaptırmama politikasını güderiz. Aslolan işin gerektirdiklerini yapmaktır yerine aslolan kişiler ve komplekslerimiz kısırdöngüsünü yaşamaya başlarız. İşin niteliği ve kişinin bu konudaki yeterliliğini göz ardı ederek istihdam yaygın olduğundan işe göre kişi değil, kişiye göre iş yaratılır. İş ve kişi uyuşsa bile sonradan uyumsuzluk da söz konusu olabilmekte çünkü bazılarının sloganı ‘gemisini kurtaran kaptandır misalidir. Yani işe girdikten sonra bir rehavet bir rehavet ki sormayın gitsin. Sıfır gelişimle emeklilik beklenmekte. Çalışanlar da ilginç bir biçimde ya pasivize edilmekte, ya sorunlu ilan edilmekte ya da enayi damgası yemekte. Yapacak çok şey var ama yok. Neden mi? Çünkü laçkalaşmış sistemin laçkalaşmış insanları haline gelmek daha yukarıdan başlıyor. Burada daha çok devletin işverenliği üzerine konuşmak gerek. Devletimin yönetimine seçimle getirdiğimiz, güvendiğimiz kişilerin iş başına, asli görevlerine geldikten sonra süregelen koltuk cazibesinde kendilerini kaybedip, sözlerini unutup, hatta kendilerini bile hatırlayamayan bu vatandaşların yapıp ettikleri ortada. Sonunda bir bakıyorsunuz seçtiklerimiz sistemsizlikten bahsetmekte. Yarattıkları sistemsizlikten... Şikayet ediyorlar... Seçtiklerimizin üçlü kararname ile atadıkları da ‘sistem bu uyum sağlayın diyor. Çelişki tam da burada başlıyor. Bizim halk olarak seçtiğimiz kişilerin hükümet ederken yarattıkları kaosu farkedememeleri, insan hakları ihlalini en iyi şekilde yerine getirdiklerini ve bunu kendi soydaşlarına yaptıklarını ve bölücülüğü en güzel şekilde desteklediklerini de görmekteyiz. Adaletten bahseden politikacılarımız da çoğaldı son dönemlerde. Çoğunlukla da hükümet edenler. Nerede bu adalet? Özde değil sözde tabi ki de. Olsaydı görürdük, yaşardık. Çünkü zaten hükümet ettiler. Tabii burada önemli bir konu da toplumun ihtiyaçlarının ne olduğudur? Yalan dolan, riya mı yoksa adalet mi? Belli ki toplumda ne istediğini bilmekle ilgili bir karmaşa var. Belli ki net olarak ne istendiği bilinmiyor. Bu sistem bazılarını besliyor. Sıkı tutundular... Arz ve talep bu sistemi doğurdu ancak zaten önceden bu yaratılmıştı. İdareten adalet olmaz. Adaleti zorla dağıtamazsınız. Adalet önce kendi içinde barış yaşayan sonra da toplumu ile barış yaşayan insanlarda vardır ve dağıtılır. İnsanlar adaleti hak olarak görür, inanır, gerçek adalet taleb edilir, alınır. Kendiyle çelişenin adaleti zaten yoktur. Benim ülkemde gördüğüm adalet şu: var olan problemleri kökten çözmek yerine tek tek bireyleri mutlu ederekten onlara yeşil ışık yakmak, bütünü parçalara bölerek kendilerine yer açmak, bir sonraki seçimde aynı koltuklara veya daha yukarıya oturmak. Sonuç: Gücünüzü teslim ederseniz sizi güderler. Devam edecek...