Önceki günkü yazımda Kıbrıs Türkünün cahil bir halk olmadığına, demokrasiden gerçekten anladığına değinmiştim. Bunun yanında insanımızın hatta hükümetlerimizin yasalara aykırı davranmayı alışkanlık haline getirdiğine, başa geçen hükümetlerin halkını bütüncül kucaklamadığına, özerk ve akılcı bir yol çizilemediğine, halkta içinde yaşadığımız dönemde umutsuzluk, çaresizlik, seçeneksizlik sonucunda bir kabuğa çekilme olduğunu gözlemlerim sonucunda ifade etmiştim. Peki neden buna gerek duymuştum?
    Bunu ifade etme gereği duydum çünkü küçümsenemeyecek bir grup sandığa gitmeyi reddetmektedir. Her ne kadar da bazı siyasilerimiz bu gruba çıkar grupları diyerek içlerine su serpseler de ben buna katılmıyorum. Hatta araştırılmasını öneriyorum.Benim bildiğim yıllarca bu halk kendi menfaatleri için değil ama temiz yüreklerdeki toplumsal birlik, inanç ve çözüm için sandığa gitmişlerdir. Hatta yıllarca aynı partiyi topyekün desteklemişlerdir. Sonra emeğin simgesi olan bazı partilere kayıp değişim için oylarını kullanmışlar şu ya da bu sebeple hayal kırıklıklarına uğramışlardır. Bir de üstünden çıkarcı algılanmışlardır. Çıkarcılar ya da çıkar grupları tarihin her döneminde yeryüzünde zaten çok etkili olmuşlardır. Bu kadar zeki olan insanımız hakikat ile çıkarı ayıramayacak kadar saf mıdır? Yoksa hırs, kelimeleri yuvarlamayı ya da gerçeği reddetmeyi altın tepsi içinde bize sunabilir ve gözlerimiz kör olabilir mi?  Şu bir gerçek ki menfaatçiler zaten menfaatlerinin kesilmemesi için sandığa elbette koşa koşa gideceklerdir. Yani ortada müthiş bir paradoks vardır.
    Bildiğiniz gibi halkın iradesi demokrasinin kendidir, gereğidir. İrade ortaya konmuştur. Halk siyasi partilerimizin vizyonlarını görememiş, misyonlarındaki samimiyetsizliği algılamıştır. “Kime güveneceği” konusunda seçenek görememiş, bunun çaresizliğini tepkisel olarak ortaya koyup sandığa gitmeme ile noktalamıştır. İnsanlar geleceği yordarken geçmişteki deneyimlerinden yararlanırlar. KKTC’de sandığa gitmek istemeyen halk tam da bunu yapmaktadır. Hatta şu ifade doğru olabilir: “Geçmişteki deneyimlerim geleceğimi karanlık görmeme neden oluyor. Dolayısıyla ben bu nahoş durumun içinde olmayı reddediyorum. Madem ki her şeyi bireysel hallediyorum artık bireysel takılacağım.”Evet bu ifade hoşuma gitti yazdığım zaman. Gerçekten de bu halk bireysel kurtuluşunu gerçekleştirmiştir, toplumsal değil. Bu da arsızlara kaymaklı kadayıf, dürüstlere zulüm olmuştur. Birincisinde beyin tek yönlü çalıştığından hedefe ulaşmak kolaydır. 2. sinde ise çok yönlü düşünüş adalet ve dürüstlükle harmanlanınca hedef de karışır. 
    Çeşitli sendikalarımız, odalarımız, derneklerimiz, vakıflarımız zaman zaman örgütlenip belli noktalarda seslerini duyurmaya, siyasi partileri yönlendirmeye çalışsa da ağır kulaklar çoğunlukla duyamamaktadırlar. Hoş bazı sendikacılarımızın meclise ya da bürokratik noktalara geldikten sonra sesleri bile çıkmamaktadır. Birdenbire çizgilerinde sapmalar görülmeye başlanmaktadır. Bu noktada insanın egosunun sınırlarını tahmin etmek hiç de kolay değildir. 
    KKTC’nde halkın umutsuzluğunu anlayabilmek için KKTC’nin varlığını da ayrıca sorgulamak gerekir. KKTC var olabilmiş midir? KKTC’nin varlığını kullanarak halkın sempatisini kazananlar bu varlığın yapıtaşlarının var olması için çaba sarfetmişler midir? Yoksa bu varlığın sahibiymiş gibi hüküm sürerek halkın geleceğini akıntıya mı bırakmışlardır. Fakat şu da bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır ki ‘Toplumun bütününe hizmet edemeyen her parti artık kaybedecektir.’ Halkımız eskisinden çok daha fazla adalet, dürüstlük istemektedir. Nesil değişmiş yeni beyinler daha açık olmuş, dünya ile daha fazla bütünleşmiştir. Değişim şarttır. Aksi durumda biz kendi değerlerimize sahip çıkmayı bırakır kendimiz için gerçekçi çözüm aramaktan vazgeçersek birileri her zamanki gibi bizi yönetir, yöneticilerimizi de kukla yapar. 
Devam edecek…