CTP vekili Sıla Usar, sosyal medyada “UBP-HP hükümet programında bir kere bile kadın kelimesi geçmiyor” diye yazınca, insan “nereye gitti bu kadınlar?” diye marazlanıyor…
Adamlar; 8167 sözcüğü yan yana sıralayıp bir “hükümet programı” yapmışlar ama “kadın”ı ilaç niyetine bile bir kez olsun, bir yerlere koymamışlar…
Hatta; değil hükümet programını, hükümeti de “kadın”dan uzak tutmuşlar…
Tabii; UBP’de “bakan” olmalarına kesin gözü ile bakılan iki “kadın” da “liste”den dışlanınca, yeni Başbakan’ın “cinsiyet” karnesindeki “kırık”lar sırıtmaya başladı. 
UBP Mağusa vekili Resmiye Canaltay “Bir gün önce bana bakanlık teklif ettiler” deyince, Girne vekili İzlem Gürçağ da “Kabinede neden kadın yok” diye hayıflanınca, oralardan yükselen bu “kadın sesleri” UBP’de güvenoylaması öncesinde birazcık tedirginlik yarattı…
Neyse ki bu iki “munis” kadın, partileri ile “gerginlikleri” olmadığını söylediler de, UBP’nin “erkek milleti”ni rahatlattılar…
Ancak; hükümette ve programında “kadının adı yok”ken; siyasette, son iki haftada ciddi biçimde “kadın görünürlüğü” arttı…
UBP’de iki kadının “bakanlık” savaşımı medyada manşetlere tırmanırken, bir başka kadından bir başka “çığlık” yükseldi…
Asıl bu sese kulak kabarttım…
Bakanlar Kurulu’nda tam 15 ay “Sağlık Bakanı” olarak görev yapan Dr. Filiz Besim, yan yana oturduğu bir kadın bakanın medyadaki açıklamalarına içerlemişti…
Birkaç gazete ve birkaç TV kanalı, Halkın Partisi’ne “mazeret” üretme seansları düzenlemişti ya, işte onlardan birinde; bir yabancı holding patronunun televizyonunda dörtlü koalisyondaki üç tane “eski” HP’li bakan eski ortaklarını habire suçlarken, İçişleri Bakanı şöyle demişti:
“Yurttaşlık Yasası”nı ekimde getirdik ama, ortaklarımızdan yanıt alamadık”
Diyor ki Filiz Besim; “Ben de eğer o Bakanlar Kurulu’nda oturuyorsaydım, diyorum ki öyle olmadı…”
Çok yalın; dikkatli, kırmadan, dökmeden, hakaret etmeden, nazikçe bir “yalanlama” bu…
Dahası da var. Filiz Hanım’ın, özellikle bir genç kadın bakan konusunda “bağrı yanık…”
“Daha 15 gün önce bakanlar kurulunda oturmuş biz hepimiz yüreğimiz bu toplum için birşeyler yapalım diye çırpınırken; samimiyetlerine yürekten inanmışken…
Gözlerimizin içine baka baka bunun sadece bir algı operasyonu olduğunu söylerken…
Arkadaşlarımızı hüzünle ve hayal kırıklığı ile izledim” diyor…
Aslında, Dörtlü’nün bu “uçarı” HP’li bakanları, yalnızca; bakanlar kurulunda yan yana oturdukları Filiz Hanım’ı değil, onlara oy vermiş herkesi “hayal kırıklığı”na uğrattılar…
Bu yüzden, siyaseten bir “aldatılma” varsa, “aldatılan” sadece Filiz Hanım değil…
Tabii; UBP’de aldatılan iki kadının “çığlığı” başka, Filiz Hanım’ınki bambaşka…
Demek ki, neymiş?
“Aldatılmak”tan aldatılmaya fark varmış…
Yukarıda adı geçen, siyasetimizdeki tam beş kadından yükselen ve hiçbir ortak yanı olmayan “ses”lere geçen hafta bir başka “kadın sesi” daha eklendi ki, asıl ona kulak kabartmak gerekiyor…
CTP vekili Doğuş Derya, Hükümet Programı görüşülürken, köhnemiş eski ayrılıkçı politikaları “yaratıcı yeni fikirler” imiş gibi sahneye sürmeye çalışan Tatar-Özersay ikilisini hallaç pamuğu gibi savurdu. 
Yakın tarihimizden somut örnekler vererek, deneyimler aktararak ağırbaşlı bir “üslup”la konuşan Derya, hükümetçi vekillerin laf atmalarına aldırış etmeyerek ve provokasyona kapılmayarak derin bilgiler ve belgelerle, ilkokul çocuklarının bile anlayabileceği duru bir Türkçe ile “federasyon tezi”nin tutarlılığını anlattı. 
Kıbrıs sorununda BM kararlarını, bağlayıcı metinleri, doruk anlaşmalarını; bircik bircik UBP’li ve HP’lilerin gözlerinin içine sokan Derya’nın konuşması “dört dörtlük”tü…
Derya, “AB içinde iki devlet” hayalcilerinin yarattığı tahribatın ve bizi dünyadan izole eden siyasetin, Kıbrıs Türk toplumuna nasıl kan kaybettirdiğini, insan hakları ve demokrasi konularında nasıl çuvalladığımızı da tane tane anlattı.
Türkiye’nin bölgesel çıkarları açısından da adada çözümün şart olduğunu anlatan Derya, “çözümsüzlüğün maliyeti”ni de örneklerle ortaya koydu. 
Doğuş’un çok iyi hazırlanmış, sataşmalara prim vermeyen, her sözcüğü yerinde kullandığı konuşması; kendilerini “sütten çıkmış ak kaşık” sanan HP’lilerin, bu süreçteki “gayri-dürüst” tutumlarını da kayıtlara geçirdi.
Özellikle Özersay’ın “kendi kendine siyaset belirleyerek” Royters’e, Anadolu Ajansı’na demeçler vermesini, üstüne üstlük televizyon ekranlarında “CTP’liler ve TDP’liler de federasyonun olmayacağını gördüler” gibi “haddini aşan” ifadeler kullanmasını da örneklerle destekleyerek şiddetle eleştirdi.
HP’nin Meclis’teki “performansı”nı da ele alan Derya; bu partinin kürtaj üzerinden nasıl “kara propaganda” yaptığını, Dışişleri Bakanlığı’nın bir tasarıyı nasıl geciktirdiğini, mal bildirimi yasası ile ilgili Kudret Özersay’ın komite toplantısına katılmadığını, sonra da şikâyet ettiğini örneklerle vekillerin bilgisine sundu.
Doğuş’un “Keşke sosyalist bir dünya olsaydı” deyişi, konuşması üzerine farklı bir “tat” serperken, asıl şu sözleri beni etkiledi:
“Federasyon tezini savunurken; dışlanmış, işten atılmış, vatan haini ilan edilmiş, ötekileştirilmiş, hırpalanmış bir geleneğin çocuklarıyız.”
Evet Doğuş… O geleneğin çocukları artık Meclis kürsüsünde ve olgun, oturaklı, aklı başında önermelerle; hayalci abilerine, genç siyasetçilerin köhnemiş politikalarına karşı “kadının sesi”ni yükseltiyorlar…
Bu da bizlere “umut” veriyor… Ağzına sağlık, yüreğine sağlık…