Bu hükümetin “dört başı mamur” bir hükümet olmadığını hepimiz görüyoruz, biliyoruz…
Ama biz yıllarca “iki başı mamur” olamayanını da görmedik mi?
Hatta “tek başı mamur” olmayanını da...
İnsanımız; yüzde elliyi aşan oy alarak, beraberinde bir kişiyi daha bonus kabilinden “vekil” yapan siyasetçilere de oy verdi…
Meclis’te “kahir” çoğunlukla, yıllarca ensemizde boza pişiren partilere de…
Üstelik “sağcı”sına da, “solcu”suna da bu olanağı sundu, hepsini bircik bircik denedi…
İşte bu yüzdendir ki; ben bu “dörtlü”ye “dört başı mamur” yüklenme hakkını kendimde göremiyorum…
Başbakan’a bakıyorum…
Zamanının çoğunu “meram anlatmak”la geçiriyor… Bir yılda neredeyse gitmediği köy kalmadı…
Adam romancıydı, hem de çok başarılı bir romancıydı, şair oldu…
Diyor ki;
-Bizim kontrolümüz dışında döviz bu kadar yükselirken…
-Bütçede bu kadar açık varken…
-Reform yapmaya çalıştığımızda bu kadar dirençle karşılaşırken…
-Bunları konuşmamız gerektiği ortamda, tilkilerin kuyruklarını konuşmak zorunda kalırken… 
ben rahat değilim…
Tabii ki, Başbakan Erhürman’ın “rahat değilim” diyebileceği çok daha uzun bir liste yapılabilir…
Ama görünen o ki; Erhürman “kriz”leri ya da “sıkıntılı durum”ları iyi yönetiyor…
Ortağı Serdar Denktaş’ın, “Elçiliği gücendirme” riski taşıyan çıkışlarını anında törpüleyebiliyor…
Öteki ortağı Özersay’ın; bir ayağı içeride, bir ayağı dışarıda “imalı” muhalefetini sindirebiliyor…
Aynı ortağının kamuoyu önünde ince ince dillendirdiği “şikayet” içerikli serzenişlerini mesele yapmıyor…
Örneğin “nüfus” gibi bazı tartışmalardan uzak durabiliyor…
Kendi bakanlarının yarattığı “kaos” ve “bilgi kirliliği”ne bulaşmaktan sakınabiliyor…
Başbakan; bir yandan bu “tatsızlıkları” ve partisinin içinde kaynayan kazanların buharını bastırabiliyor, öte yandan da “bulup buluşturup” hükümet çarkını döndürüyor… 
Bu hükümetin “kamu çalışanlarına” krizin orta yerinde artış vermesini gerçekten ciddi bir “iyi yönetim” uygulaması olarak görmek gerekmektedir…
Bu konuda, Maliye Bakanı Serdar Denktaş’ın, Türkiye’den para akışı olmaksızın bu işleri yürütebilmesini “sorun çözme yeteneği” olarak değerlendiriyorum…
Kamu çalışanlarını ödeyebilmek için, Serdar Denktaş’ın iki kez ülke içinden para bulmasını hiç de yadırgamıyorum… Yalnızca son UBP-DP döneminde, aynı amaçla en az üç kez borçlanma yapılmadı mıydı? Borçlanmanın ezelden beri hükümetlerin “başucu uygulaması” olduğunu bilmiyor muyuz?
Üstelik; bu uygulamanın “borçlanma” olduğunu savunmak siyasi fırsatçılık değil mi?
Serdar Denktaş’ın önden “ödeme” aldığı kurum; KKTC Merkez Bankası…
Bol bol kâr eden merkez bankamız, devlete aktaracağı kârdan “ön ödeme” yapmış… Bunun neresi yanlış?
Yine Serdar Denktaş; Ercan’ın işletmecisinden alacağı “ciro payı”nı bir veya birkaç hafta önceden talep ederek almış…
Bu iki “kaynak”tan alınan paralar; “borç” ya da “avans” değil, aslında “ön ödeme”dir…
Buna en çok takmış bulunan UBP’nin, hangi devlet fonlarına geçmişte nasıl saldırdığını, nasıl içlerini boşalttığını sıralasam, bu yazı sığmaz… UBP’nin yaratıcısı olduğu “İç borçlanma” ucubesi bugün devletin en büyük sorunlarından birini oluşturuyor…
Bu yüzden UBP’nin bu konuda geçmiş sicili çok kirlidir ve konuya “muhalefet” etmesi de puan getirmez…
Hele hele; Ercan konusunda “bir işadamından avans alma” gibi suçlamaları duyunca insan gerçekten gülüyor...
Tanrı aşkına… 13. maaşı ödemek için “alel acele” Ercan’ın işletmecisinden kocaman bir çek alıp, basına onunla fotoğraf çektiren UBP hükümeti değil miydi?
O aceleciliğin içinde, işadamından yüzde 16 KDV’yi almayı unutan; yıllarca süren mahkemelerden sonra 16 milyon EURO’yu alabilen bir “sicil”e sahip olanların bu konuda “muhalefet” yapması hiç de yakışık almıyor doğrusu…
Üstelik bir nokta daha var… Emrullah Turanlı kimdir? Ercan’da devletin “iş ortağı” değil mi? Bu işadamını devlete “ciro ortağı” yapan UBP değil mi?
Peki; bu parasız devlet, sıkıştığında ortağından bir hafta sonra alacağı “pay”ı bir hafta önce aldığında bu “bir işadamından borç almak” mı oluyor?
Ne yazıktır ki, bu hükümetin ortağı Özersay da UBP gibi yaklaşıyor, kendi bakan arkadaşının icraatına...
“Devletin itibarı açısından sorunlu görüyorum” diyor Ercan işletmecisinden alınan para konusunda…
Tabii; pek çok işadamının, bu devlete altı ay, ya da bir yıl sonra gerçekleşecek gelirinin vergisini çoğu zaman önceden “peşin” olarak ödediğini göz önüne alırsak, Turanlı’da erken ödeme talep etmek; hiç de “itabar” açısından noksan bir uygulama gibi görünmüyor…
Uzun lafın kısası; bu hükümette Özersay’ın “namemnun” çıkışları haricinde, genel anlamda bir “uyumsuzluk”tan söz etmek mümkün değil…
Aslında Halkın Partisi’nin bizzat kendisi, bu hükümetin belki de en büyük handikapıdır…
Hem “içeride” olacaksınız, hem “dışarıda”…
Dilediğiniz gibi, Cumhurbaşkanı’na laf yetiştireceksiniz, ortaklarınızın icraatlarını TV ekranlarında sorgulayacaksınız…
Zaman zaman da “giderim ha” kabilinden “sünnetçi korkusu” salacaksınız…
Ama şair ruhlu, dans ustası, nazik, saygılı ve kravatınıza hayran samimi Başbakan tüm bu “sıkıntıları” maharetle yönetecek…
Bu durumda derim ki; “Elimizdekinin kıymetini bilelim…”