UBP’nin kadınları, Girne’de göbek atıp oynarken, üzerlerinde kara dumanlar dolaşıyordu ama orta yerde, alkışlardan çılgına dönmüş, bir başına zıplayan kadının umurunda bile değildi…
Çünkü o kara dumanlar UBP’lilerin gündemi dışındaydı…
Gözleri, yaşadıkları bölgede gökyüzünü kaplayan kara dumanı göremezdi…
Onların tek derdi “kurultay”dı ve bir ilçenin kadın kolları başkanlığına kimin seçileceğine odaklanmışlardı…
Koskocaman Başbakan da oradaydı ve seçimi kazanan kadının kollarını tutup havaya kaldırmakla meşguldü…
Aynı Başbakan, bu panayır kılıklı sevinç gösterilerinden iki gün önce, aniden Kalecik elektrik santralına baskın yapmış ve kendisini karşılayan bir sendika liderini görünce, “şerefsiz” diye bağırmaya başlamıştı…
Medyada, o akşam kafasının “dumanlı” olduğunu bağıra bağıra söyleyenler de var, bir meyhaneden kalkıp oraya gittiğini iddia edenler de…
Ben; o akşam Başbakan’ın “içkili” olduğuna inanmadım…
Hem AKP’ye “biat” edeceksin, hem de Girne’de içki içeceksin…
Buna “ihtimal” vermiyorum…
Sucuoğlu’nu, bir kalemde silen Ankara, mutlaka bunun hesabını sorar adama…
Neyse; AKP’ye karşı böyle bir “gaf” işledi mi, işlemedi mi “net” olmasa da, bütün bir toplumu, hatta “sonsuza kadar yaşayacak” dediği devleti de küçük düşüren, rezil eden başka “gaf”ları oldu o akşam…
Önce, “şerefsiz” dediği TEL-SEN Başkanı için polislere dönerek;
“Alın genni da götürün içeri…” dedi…
Ünal Bey; bir Başbakan’ın polise “doğrudan” emir verebileceğini sanıyor…
Bir sendikacıya ayaküstü “hapis cezası” veriyor ve polislerin de buna alet olmasını bekliyor…
7 milyar 950 bin insanın yaşadığı bu dünyada herhalde “istediğini hapse attırma” yetkisi olan yegâne Başbakandır kendisi…
Belli ki aklı başında hukukçusu da, danışmanı da yok bizim Başbakan’ın…
Sonradan olsun kendisini uyarmadıkları belli ki, medyaya açıklamalar yaparken, “Sendikacıyı tutuklattık” diye kendi “despotik” davranışından övünç duyuyordu…
Oysa; ne sendikacı tutuklandı, ne kendisine dava okundu, ne de Başbakan’ın dediği gibi “içeride” ifadesi alındı…
Başbakan’ın “santral” baskınında işlediği “gaf”lar saymakla bitmez…
Orada çalışanlara yüzyılın sorusunu sorduğunda herkes afal afal yüzüne baktı…
-Neden bacadan bu kadar zamandır kara dumanlar çıkıyor?
Bir başka evrenden gelmiş gibiydi…
Girne “vekil”i olan Ünal Üstel, kendi bölgesindeki bu “kara duman”ı, 25 yıldır hiç fark etmemiş olabilir mi?
Belli ki; “Acapulco”dan öteye hiç geçmemiş…
Çatalköy’den Esentepe’ye doğru hiç seyahat etmemiş…
Alagadi’ye ise hiç uğramamış…
Oysa buraları onun seçim bölgesi…
Gökyüzüne bir baksa, kara dumanın tüm bölgenin üzerine nasıl çöktüğünü görecek…
Ancak durun… Başbakan’ın “Santral baskını”ndaki en büyük “gaf”ı, “duman”dan habersiz davranması değil…
Onun asıl kırdığı cevizler “üslubunda” gizli…
-Vallahi asarım seni…
-İpini çekeceğim…
Elbette burası “normal” bir ülke olsa, “sendika başkanını tutuklattık” diye övünebilen bir siyasetçinin anında üzeri çizilir, siyasi hayatı biterdi…
Gelelim diğer “gaf”larına…
“Beş jeneratörün beşi de arızalı olur mu? Sabotaj olma ihtimali var…”
Bir Başbakan böylesine “işkembe”den atabilir mi? Yoksa elinde “kanıtlar” var da bu yüzden mi öyle konuşuyor?
Bu, santraldaki tüm emekçileri “töhmet” altında bırakan korkunç bir suçlama…
Serdinç Maypa ekranlardan “Bunu ispatlamayan şerefsizdir” diye bağırmaktadır…
Peki ya Kıbrıs gazetesinin “yalan” haberine ne demeli?
AKSA’nın gazetesi “Kıbrıs”; apaçık biçimde “EL-SEN Başkanı Ahmet Tuğcu AKSA’nın teknik desteğini engellemeye çalışarak Başbakanı darp etti.” diye yazarken, medyamıza kara bir leke sürmüştür.
Üstelik, Başbakan’ın bizzat kendisi bile böyle bir iddiada bulunmazken, sendika başkanı “dokunmadım bile” derken, bu yalan haber gazetenin internet sitesinden kaldırılmamıştır.
Peki şimdi gelelim can alıcı gerçeğe…
KIBTEK’e enerji satan ve burada gazete satın alarak siyaseti etkilemeye çalışan AKSA’nın, yani KIB-TEK’in ana rakibinin devletin santralının ta içine girmesi “normal” mi?
Bir ülkede “stratejik” bir değer olan elektrik santralını, “rakip” bir firmanın teknik elemanlarıyla tamir etmek doğru mu?
AKSA, bu ülkedeki toplam elektrik üretiminin yüzde 49’una sahiptir. Yani, piyasanın yarısı onundur.
Karşısında da ülkenin yüzde 51 elektriğini üreten, halkın malı olan bir santral vardır.
Biri dış sermayeye, biri de buradaki “devlet”e ait iki rakip kuruluş…
Devletin sahip olduğu “santral”ın yedek parçası yok, ama AKSA’nın hazırda “yedek parça” stoku var…
Devletin “yakıt”ı biter ama, AKSA’nın hemen ödünç vermeye hazır “yakıt”ı var…
Devletin teknik kadroları yetersiz ama, AKSA’nın mühendisleri “emre amade…”
Böylesi bir “tablo” her siyasetçiyi rahatsız etmelidir…
Devletin gözle görünen “zafiyeti” Başbakan’ın uykularını kaçıracağına, Başbakan “AKSA teknik ekibini Teknecik’e yığdık” diyerek bunu bir “başarıymış” gibi sunabiliyor…
Santral baskını her bakımdan bir “siyasi skandal”dır. TEL-SEN’in yaşanan süreçteki tutumu yerindedir ve “sendikal olgunluk” içermektedir.