KKTC Polisi; bu hafta, yurt dışından gelecek bazı ziyaretçileri bekliyor…
Kim bunlar biliyor musunuz?
Daha önceleri KKTC’yi ziyaret etmiş kişiler…
Ercan’dan çıkış yapmış, ülkesine dönmüş kişiler…
Evlerine ulaştıklarında, bir de bakmışlar ki, valizlerindeki paralar, mücevherler yok…
Çalınmış…
Kim çalmış? Kim açmış valizlerini?
Ercan’daki görevliler…
Polis üç kişiyi tutukladı, evlerinde arama yaptı. Çaldıkları eşyaların bir bölümünü buldu, el koydu…
Meğer; uçağa valizlerin yüklenmesini görebilen kamera yokmuş bizim ünlü hava alanında…
Şimdi; valizleri açılan, içinden değerli eşyaları çalınan kişiler, KKTC’ye gelecek, polise giderek eşyalarını kurtarmaya çalışacak…
Bir ülke için, bir “devlet” için, bir “havaalanı” için böyle bir “skandal” utançların en büyüğüdür…
Uluslararası havacılık bakımından “legal” bir havaalanı olsa, akıl almayacak tazminatlar ödemesi, işletme hakkının sorgulanmasına kadar varabilecek cezalar alması söz konusu olabilirdi…
Ama bizde bu; çok normal…
Tanınmıyoruz ya… Bize bir şey olmaz…
Elektrikleri ikide bir kesilen, havalandırması bozulan, meteoroloji cihazı devre dışı kalan, klimaları çalışmayan, sistemin ikide bir arıza yapması nedeniyle uçakların havada tur attığı, yolcuların çıkış yapamadığı, rötar şampiyonu bir havaalanı yarattık…
Gün geldi, ilgili şirketin vergi borcu yüzünden hacizle tanıştı… Telefonları kesildi…
Gün geldi, uçaklar piste inemedi, eski piste geri dönüldü…
Hatta daha da kötüsü, “erken açılış”a onay vermeyen müdür “şip şak” görevden alındı…
KTAMS ta başından beri bağırıyordu:
“Terminal ile pistin teknik alt yapısında sorunlar var…”
Israrla soruyordu:
“Olası bir kaza ve faciada kim hesap verecek?”
Duyan olmadı tabii…
Her arıza çıktığında, yolcular perişan olduğunda, sözümona “Ulaştırma Bakanı” hemen çalışanları işaret ediyor:
“Teknik arıza mı, insan eliyle yapılan sabotaj mı?” diye ortalığı velveleye veriyor…
Kendi üstüne hiçbir “sorumluluk” almıyor…
Oysa; bir ülkenin “gurur duyacağı” birkaç önemli “zenginliği”nden biridir havaalanı…
Dünyaya açılan penceresidir…
Ülkenin giriş kapısıdır…
Geçenlerde bu sütunlarda, Arnavutluk Tiran Havaalanı’nın ne kadar etkileyici olduğunu yazmıştım…
Aslında Ercan, bu ülke için “altın yumurtlayan tavuk” gibidir…
Para basan bir makine…
En önemlisi; bu “eser”in gerçek yaratıcısı; “devlet” değil, halktır…
Biletlere konan “vergi”lerle yaratılan müthiş bir “kaynak” sağlıyor Ercan bu ülkeye…
Başta Değirmenlik Belediyesi olmak üzere, tüm belediyeler bu kaynaktan yararlanıyor…
Ayrıca “devlet”in de cebine milyonlar akıyor…
Ne yazıktır ki; böylesine bir “değer” bu toprakların insanı olmayan siyasetçilerin elindedir ve bunu tepe tepe kullanmaktadırlar…
Üstüne üstlük Ercan’ı “itibarsızlaştırmak” için “sabotaj iddiaları”yla ortalığı bulandırmaktan zerre kadar utanmıyorlar…
Niyetleri ne? Gerçekten belli değil…
Sol siyasette de bu para basan “değer”in, en azından KIBTEK kadar anlaşıldığını sanmıyorum…
Bu yüzden “valiz soygunu”nu ciddiye alıyorum ve “popülist” istihdamlarla yozlaştırılan “yapı”ların, bize ne büyük zararlar verebileceğine dikkat çekmek istiyorum…
Ercan’ın uluslararası alanda “prestij” kaybına uğraması, hırsızlıkla anılması, “devlet” sevicilerin de üzerinde ciddiyetle durması gereken bir konudur…
Ercan, Arıklı gibi siyasetçilerin insafına terk edilemez.
***
MARİA İLE MÜRÜDE…
Rum gazeteleri, televizyonları ortalığı velveleye verdi geçen hafta…
Metehan geçiş noktasının batısında, Alayköy toprağında yer alan terk edilmiş bir eve, Türk askerleri “döner kamera” yerleştirmiş…
Rum tarafı sözkonusu evin Maria adında bir Rum kadına ait olduğunu söylüyor…
Rum medyasında, haberlerde “Maria’nın Evi” olarak tarif ediliyor…
Türk tarafı ise resmi ağızla, “Mürüde’nin Evi” diyor…
“Kıbrıs Cumhuriyeti” Cumhurbaşkanı Hristoduludis, “fanatik” bir üslupla, “Görünen ve açıklanmayacak olan kararlar aldık ve uygulayacağız” şeklinde konuşuyor…
Yani “Kıssasa kıssas” demeye getiriyor…
Türk tarafı ise, ondan asla geri kalmıyor…
Dip milliyetçiliğin hoyrat ağzıyla konuşan Ertuğruloğlu, evin KKTC topraklarında olduğunu, Mürüde Hanım’a ait olduğunu söylüyor…
“Mütekabiliyet” çerçevesinde kamera taktık diyor…
Yani; onlar mevzilerine kamera taktı, biz de aynısını yaptık…
Rum tarafına göre bu ev; “ara bölge” içinde yer alıyor ve oraya “müdahale” yapmak “statüko”yu ihlal etmektir.
Rum tarafı 40 Türk askerinin ara bölgeye girdiğini, bir askeri aracın da ayrıca ikinci kez ihlalde bulunduğunu söylüyor… 
Nitekim; Rumlar BM’ye yazılı şikayette bulundu. Konu Guterres’e, hatta AB’ye taşındı.
Bu, aslında gerkesiz bir gerginlik…
Ancak Hristoduludis’in açıklamaları ile Tahsin Bey’in açıklamaları daha da tehlikeli…
Asıl gerginliği ve provokasyonu bu iki siyasetçi yaratıyor…
Tatar’ın danışmanı da “Sınırı gözlemek için, insan kaçakçılığı için taktık kameraları” dedi. Hatta metruk evin ara bölgede olduğunu da kabul etti.
Sonra açıklamaları silindi, kaldırıldı.
Bu “gerginlik”ler toplumları korkutmaktan başka bir işe yaramıyor…
Kıbrıs’ta “Savaş havası”na değil, “barış havası”na ihtiyacımız vardır…