Öyle sanıyorum ki artık “Corona” konusunda ciddi bir “yönetim” ne yapmalı, hangi önlemleri almalı, ilkokul öğrencileri bile bilmektedir…

Corona kapımızı Mart ortalarında çaldığında yapılacak işi sağlık örgütleri söylemişti:

-Yatak kapasitemizi artırmamız lazım…

Arttı mı? Sağlık örgütleri “hayır” diyor… Sağlık Bakanı ile Başbakan “arttı” diyor.

Çok geç olarak, Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde bazı yatakların “bu iş için ayrıldığını” biliyoruz. Ama bunun “çözüm” olmadığını artık ilkokul öğrencileri bile biliyor…

-Test kitleri stoğumuzu artırmalıyız…

Artırdık mı?

Ne münasebet… Hâlâ daha “kıytırık” olduğu ilan edilen “hızlı test”lerle kendimizi kandırıyoruz.

Ersin Bey’in yanıtı hazır: “PCR testleri ne olmuş falan. Bizim bir Sağlık Bakanımız var. Onun adı da Ali Pilli’dir. O bu işi çözecek”

Buna ne denir? Al da bozdur denir… Kendi bakanı ile dalga geçmek denir…

-Solunum cihazı sayısını artırmalıyız…

Bu konuda “hediye”lere boğulduk. Cebimizden para çıkmadan başta AB olmak üzere herkesten yardım aldık. Ama bunların “ambarda” olduğu söyleniyor…

-Kişisel koruyucu ekipmanlar…

İzolasyon odaları…

Yol haritası…

Pandemi hastanesi…

Başbakan diyor ki “E yapacağız yahu”

Hatta müteahhitlerin toplantısında “Sn. Tolga Atakan bakanım. Planlama İnşaat Dairesi’ni biraz dürt…” deyiverdi…

Yani, koskoca “devlet” pandemi hastanesi yapacak, her şey tamam; işimiz bir tek kabinenin en başarısız bakanının birazcık “dürtmesi”ne kaldı…

Gerçekten bizi “ahmak” yerine koyuyorlar…

Hiçbir konuda ciddi ve “yeterli düzeyde” bir çalışma yok…

Hükümetteki “beceriksizler” sağlık fonunda paramız olsa da bu işleri “yönetemediklerini” gösterdiler…

Ortaya çok net bir “tablo” çıktı…

“İkinci dalga” gelirse, bu “sistem” bu yükü kaldıramayacak…

Demek ki; hükümet, başta iki partinin başkanları, halkımıza hiçbir biçimde bir “güven” veremedi…

Yalnız bu kadar mı? “Rapor skandalı”nı nereye koyalım?

“Dünya Sağlık Örgütü” bizi tanısın, verilerimizi kullansın, başarımızı (!) görsün istiyoruz.

Bir işe yarayacakmış gibi Ersin Tatar, bu örgüte yazı da yazmış…

Ancak sonradan ortaya çıkıyor ki; DSÖ kriterleri çerçevesinde hazırlanmış “epidomiyolojik” bir raporumuz bile yok…

Cumhurbaşkanı’nın, 21 Mayıs’tan beri rapor istemekten dilinde tüy bitti, Sağlık Bakanı ise işi savsaklıyor…

2.5 sayfalık Türkçe ve geçici bir rapor gönderiyor…

Bugün oldu, bilimsel bir rapor ortada yok… Üstelik hafta arası “İki Toplumlu Sağlık Komitesi” toplanacak…

“Sizler Türk tarafında, DSÖ kriterlerine uygun neler yaptınız?” denildiğinde, acaba yüzümüz kızarmayacak mı?

Başbakan; “Pandemi hastanesi yok diye muhalefetten dünyaya mesaj gidiyor. Yapmayın artık yeter.” Diyor.

Demek ki “dünyaya giden mesajlar” konusunda hassasiyeti var…

Keşke şu “rapor” konusunda da dünyaya ne kadar “rezil” olduğumuza bir odaklansa…

Cumhurbaşkanı’nın; Anastasiades ile vardığı “mutabakat”ı uygulamadığında, BM nezdinde kendi devletinin içine düştüğü durumu bir hesaplayabilse…

Anastasiades’in bu konuda BM’ye mektup yazdığını ve “Bunlar ciddi değil” dediğini, üstelik haklı olduğunu, bunu bizzat Hükümetin yarattığını bir anlayabilse…

Anlayamaz tabii… Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Pazar günü ortaya çıkarılan son “skandal” bu hükümetin beceriksizliği bir yana “gizli işler” çevirdiğini de göstermektedir.

Ercan’a “özel izin”le gelen “karantinasız” kadınlı erkekli 13 konuğun bir günlük ziyareti tam bir rezilliğe dönüştü…

Turizm Bakanı “konuklarımız Lapta Marina için geldiler” demez mi?

Oysa marina ihalesinin sahibi; Lapta Belediyesi…

Daha ihale süresi dolmadı… Sözleşme imzalanmadı… Gelenler ise, ihaleyi kazananalar değil kaybedenler…

Ulaştırma Bakanı, “Bostan korkuluğu” pozunda, önce “Akşam gelen uçakla ve yolcularla ilgili bilgim yok” demez mi?

Arkasından “Konunun ortaya çıkan detayları Bakanlar Kurulu’nun açık şekilde yanıltıldığı ve gelecek kişilerin de, geliş gerekçelerinin kurula aktarıldığı gibi olmadığı görülmektedir.” demez mi?

Sizi kim yanılttı Sayın Bakan?

Kim yanlış bilgi verdi?

Turizm Bakanı mı?

Turizm Bakanı, bir ihalenin sözleşmesi imzalanmadan, şeker suya düşmüş gibi, ihaleyi kaybedeni KKTC’de neden özel olarak ağırlama gereği duydu?

1 Temmuz’a kadar bu insanlar bekleyemezler miydi?

Lapta’ya marina yapmak çok mu acildi?

Hatta; hastanedeki EMAR cihazının tamiri için teknik eleman “garantina” yüzünden gelemiyorken, hastalar beklerken, bu gruba bu “kıyak” niye?

Sonuç; Turizm Bakanı “ihaleye fesat karıştırma” suçu işlemiştir. Bakanlar Kurulu, kendi vatandaşını güneye “git ve geri dönme” diye gönderirken, bu taraftan birilerine “özel kıyak” sunmasının arkasında ne var? Kimler var? Neden var? Niçin var? 

Haydi muhalefet; bu acemilik, oyuna gelme, kandırılma, ciddiyetsizlik hadisesinin hesabını sor. Yanlarına bırakma… Bu günlerde böylesi sert sorgulamalara toplumun ihtiyacı vardır.