“Kıbrıs sorunu” anketlere göre, Kıbrıslı Türklerin gündeminde beşinci sırada yer alırken, hükümet ettiğini sananlar tarafından neden illa ki “birinci sıra” muamelesi görüyor?
Çünkü; parasız, pulsuz, projesiz bir “hamaset” deryasıdır Kıbrıs sorunu…
Milliyetçiler ve ganimetçiler için “Ağzı olan konuşur” tadında, siyasette bir “nemalanma” kaynağıdır Kıbrıs meselesi…
Yüksek maaşlı politikacının, yapamadığı “işleri”; yönetmediği “devlet”i, mutlu edemediği insanını “hayallerle” avutma sihirbazlığıdır…
“Doğu Akdeniz’de derslerini alırlar, geçmişte olduğu gibi” dediniz mi, seçmenin ruhunu okşarsınız…
“Maraş’ı açıyorum ha” dediniz mi, Sünnetçi korkusu ağırlığında “okkanız” artar…
Biraz efelenmek, keskin ifadeler kullanmak, sağ siyasetçinin tek “sermayesi” gibi görünüyor…
Hükümet edenler; delik deşik yollar için bir şey demiyor, ortaya bir “vizyon” koymuyor…
Belediyeler için, kamu yönetimi için, sağlık sigortası için, yargıdaki sorunlar için, dar gelirliler için, işsizler için, batan işletmeler için hiçbir “acil” ve öncelikli proje yok…
Sadece “hamaset” ve gün 24 saat toplumu afyonlamak var…
Başbakan’ın dili; “kesmeye, biçmeye” dayalı…
Yardımcısı ile “hamaset”in dozunda rakip biçimde yarışıyorlar…
Kim; Rum’a daha çok sövecek, laf yetiştirecek…
Kim; TC’yi yönetenlere daha çok yağ çekecek…
Bu arada çok sevdikleri “devlet”i de orasından burasından tırtıklıyorlar…
Daireleri; bircik bircik paylaşırken, ortaya koydukları “ölçütler” ülkeyi iyi yönetelim kaygısı taşımıyor…
Tam tersine “Altı kaval üstü şişhane” modelini uyguluyorlar…
Hele Halkın Partisi’nin “kaprisleri”…
Sigortacılık da yapacak, ülkenin en büyük bankasını da idare edecek, maliyeye de karışacak, ekonomiye de el atacak, bütçeye de hükmedecek…
“Devlet”te hiçbir tecrübesi olmayan kadrolarla öylesine bir fırsat ele geçirdi ki; UBP’nin kötü bir kopyası olmaktan öteye geçemiyor…
Her iki parti de, şu anda geleneksel sağcı milliyetçi kesimin üzerinde titrer göründüğü ama hiçbir samimiyet taşımayan “devlet” hassasiyetine zerre kadar uymuyor…
Daha önce hükümet edenlerin koydukları ağır “dolaylı vergiler”le açıkları azaltılmış bir “bütçe”nin keyfini sürüyorlar… 
Hele yurttaşın yaşamını kolaylaştırmakla ilgili zerre kadar “gaile” taşımadıkları da görülüyor…
Varsa da, yoksa da; hamaset, Rum’a saldırı, dünyaya meydan okuma…
“İki devlet” deyince, Kıbrıslı Türk’ün ruhunu okşayacaklarını, oylarını iç edeceklerini sanıyorlar…
“Maraş” tartışması yaratırken de, içi boş projelerinin “ganimetçi”lerin iştahını kabartmaktan öte işe yarayamayacağını hesap edemiyorlar…
“Hükümet” olunca; her adamı, her koltuğa oturtabileceklerini, mevki makam dağıtarak oy devşirebileceklerini sanıyorlar…
Bu nedenle de çok “pot”lar kırıyorlar…
Göz göre göre, uygunsuz müdür adaylarını “Savcılığın” önüne atarak, hukuki yorum talep ediyorlar…
Birini gönderiyorlar… Ret…
Bir başka isim gönderiyorlar… O da ret…
Bir türlü tutturamıyorlar…
O kadar “bilgi” noksanlığı içindeler ki; Başbakan Yardımcısı, kendi “atamasını” Cumhurbaşkanı’nın imza ettiğinin farkında değil…
Bu yüzden de kendisini “atayan” makama diklenmeyi, kafa tutmayı marifet sanıyor…
Ancak; inanın ki bu yarattıkları “suni” krizler, yalnızca kendilerinin “kalibresi” ile ilgilidir…
Asıl üzüntü verici olan; toplumda yarattıkları tahribattır…
Kıbrıslı Türkler’in “görünürlüğü”ne yaptıkları zararlardır…
Ben asıl bu yüzden hayıflanıyorum…
Kıbrıslı Türkler; BM nezdinde, AB nezdinde Crans Montana sonrasında “çözüm için çaba harcayan toplum” iken, şimdi; yalpalayan, her kafadan bir sesin çıktığı, TC’deki iktidara teslim olmuş bir yönetim görüntüsü veriyor…
Kimsenin tanımadığı, muhatap kabul etmediği bir “hükümet”ten, Türk tarafının “resmi tez”lerine aykırı sesler çıkıyor…
Bu koalisyon; BM’ye “İki devlet masaya gelsin” diye mektuplar gönderen, Fransa’ya meydan okuyan, Suriye’ye nota fırlatan dünyanın en küçük ama en “şirret” toplumu görüntüsünü veriyor…
Kısacası; Cumhurbaşkanı Akıncı, TC Dışişleri Bakanı ve tüm siyasal partilerin ortak toplantısında alınan kararları savunuyor, stratejisini ona göre uyguluyor…
Ancak yeni hükümetin ortakları, bunun tam tersini yapıyor. Bunu yaparken de “Ankara ile birlikte hareket ediyoruz” diyor.
Önümüzdeki günlerde BM’ye Kıbrıs Türk tarafı ne diyecek?
Seçilmiş Cumhurbaşkanı Akıncı’nın karşısına “Siz öyle söylüyorsunuz ama muhatabımız olmasa da bir bakanınız tam tersini söylüyor” dediğinde yanıtı ne olacak? 
Çarşamba günü görüşeceği Spehar’a, ay içinde gelecek olan Madam Lute’a, Eylül’de New York’ta Guterres’e, Türk tarafı bu “pozisyon”u nasıl izah edecek?
Kim bizim söylediklerimize inanacak? 
Üstelik tüm bunlar yetmiyormuş gibi, “iki devlet” macerasının hükümet programında daha mürekkebi kurumadan şimdi de ortaya “Monaco” modeli atılmasın mı?
AKP’nin ve TC hükümetinin neredeyse resmi ağzı olan ATV, artık “Monaco”yu açıkça seslendirmeye, KKTC’nin Savunma ve Dışişleri’nin TC’ye bağlanacağını “kesin haber” gibi vermeye başladı.
Neymiş? Bundan böyle hiçbir ülke naz etmeden, bizim dışişlerine zorluk çıkarmayacakmış. Türkiye üzerinden çok daha iyi tanıtma yapacakmışız…
Sanki bugüne kadar “Dışişleri” TC’nin bir ofisinden öteye bir şey yapabilmiş gibi…
Madem ki bu bizim “devletçiği” kırpıp “özerk” yapacaklar, konsepte uygun bir de isim bulsunlar…
“Kıbrıs İslam Özerk Cemahiriyesi” desinler, biz de bilelim…