Uygun konjonktür arayışı Kıbrıs müzakerelerinin içeriği kadar gündemi meşgul etmiştir.

Doğru iklim şartları oluşmadan ekilen tohum gibi, diplomasinin varsayımı da olabilecek çözüm yöntemi ve içeriğinin olgunlaşmamış konjonktürde hayat bulmayacağı iddiasına dayanmaktadır.

Tabiatın da doğruladığı, siyasette de karşılığı olan ortak bir varsayımdır bu.

Peki ama defalarca uygun iklim koşulları oluştuğuna inanıldığında da bir sonuç alınamamışsa. Sorun yalnızca iklim değil, ekim yapılacak toprağın hazır olmadığı ve ekim yöntemindeyse, bunu çözmek için fikir üretmek en rasyonel yol değil midir?

“İlle de federal devlet temelinde bütünlüklü çözüm” söylemine sıkışmış olmakta bir yanlış var diye buna karşı çıkarken de “ille de iki devletli çözümü” savunuyor olma durumuna düşmeyi de toptan reddetmek bir seçenek niye olmasın?

Bütünlüklü çözüm peşinden gitmek yerine ara çözümleri müzakere ederek ilerlemek niye olmasın.

Diyeceksiniz BM kararları var.

Doğrudur.

BM kararları bir gerçektir.

Ama bir de hakikat var.

“Toprağı” hazır etmeden doğru iklim şartlarında ekilen sağlıklı tohum da fayda etmediği de BM kararlarının gerçek olduğu kadar bir hakikat değil midir?

Adadaki gerçeği sayfanın soluna yazarken hakikati de tam karşısına sayfanın sağına not edip çok da uzağa gitmeden bölgemizde belli bir süredir olan gelişmelere bakmakta fayda vardır.

Farklı dinamikleri içermesine rağmen bölgemizde emsal ya da en azından ilham kaynağı olması açısından kayda değer gelişmeler vardır.

Bunların hepsinin de arkasında çıkarları doğrultusunda ABD vardır. ABD bölgedeki statükonun aleyhine gelişecek bir iklim ve sonuç doğurmasından endişelidir.

ABD, Doğu Akdeniz’de Rusya’nın Suriye üzerinden daha da fazla güç devşirmesinin önüne geçme ve etkisini çevreleyebilme hedefi ile hareket etmektedir. 20 yıl önce bu durumun olasılığı vardı bugün ABD için bu gerçek bir risktir.

ABD ile ilgili durum bizim boyumuzu aştığı için es geçip, başkaları aralarında yıllarca aşılamaz gibi düşünülen sorunları nasıl çözüyorlar diye odaklanmak, öğrenmek ve bize nasıl uyar diye düşünmek bizim elimizdedir.

Birbirini tanımıyor olmasına ve diplomatik ilişkileri bulunmuyor olmasına rağmen İsrail ile Lübnan arasında özellikle deniz yetki alanlarının belirlenmesi için şirketlerin ve ABD’nin bir nevi arabuluculuğu ile bir uzlaşmaya varılmış olması dikkate değerdir.

Bir diğer örnek İsrail ile körfezden Birleşik Arap Emirlikleri arasında daha sonra da yine İsrail ve Ürdün, Fas ve başka bazı Arap ülkeleri arasında başlayan doğrudan uçuşlar, enerji iş birliği, ticaret yoluyla “normalleşme” adımları atılmıştır.

Aralarındaki toprak, egemenlik ve de Filistin ile ilgili tartışmaları henüz çözümlenmemiş olan bu ülkelerin ikili uzlaşılarla bölgede “karşılıklı bağımlılık” ilişkileri geliştirmeyi başarmaları önemlidir.

Orta Doğu’da son dönemde gelişen bu ilişki biçimlerini Doğu Akdeniz için kullanmamız son derece önemlidir.

Konjonktürün en önemli parçası olan Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili kafasının nerede olduğu, Türk iç siyasetindeki dengelerin de etkisi altındadır. Er ya da geç birbiriyle ilişkisi olan ekonomi ve dış siyasetteki diğer konularla bir önceliklendirmeye tabi olacaktır.

RTE’nin seçim sonrası adaya yaptığı ziyaretlerinde, daha önce koymuş olduğu ön şart ve diğer mesajların tonu itibari ile biraz yumuşama olması

ve NATO toplantısında AB hedefini hatırlaması konjonktür içerisinde samimiyeti sorgulansa da kayıtsız kalınamayacak bir girdidir.

TC’nin şu an Kıbrıs sorununda durduğu yer “bütünlüklü çözüm konusunda durun bakalım şimdi zamanı değil” noktasıdır. Bu değişmemiştir.

Bunun için “ara çözümler” yoluyla müzakere ile ilerleme ABD’nin, AB’nin ve petrol şirketlerinin çıkarları ile örtüşmesinin ötesinde Türkiye’nin de şu anki çıkarlarına da uygun siyaset olduğu bizim tarafımızdan da dile getirilip konuşulmaya muhtaçtır.

Kıbrıs’ta bu yeni siyaset için strateji ve vizyon ile ilgili olarak Türkiye’yi ikna edebilecek böyle bir vizyonu anlatabilecek yeri geldiğinde Kıbrıs Türlü adına söylemi ile rol alıp gerekçelendirebilecek bunun sadece bize değil Türkiye’ye de nasıl faydası olabileceğini tarif edebilecek görevde birileri var mı o da apayrı bir konu.

Artık beylik laflarla gönüllerden geçeni değil tüm zorluklarına rağmen rasyonel olanı barış dili ile konuşmaya başlama zamanıdır.