Kırk yıldan uzun bir süreden beridir yazıyorum…

Bizim entel ve dantellerin beğenmediği “Küçücük şeyler”in düzeltilmesi için birçok yazılar yazdım…

Geçtiğimiz günlerde aniden gelişen “küçücük” bir olay medeniyle “Facebook”u kullanayım dedim…

Torunum, 6 yaşındaki Hasan; annesi ile Dereboyu’nda bir mağazaya giriyor ve orada sıkışıyor…

“Tuvaleti kullanabilir miyiz?” sorusuna mağaza görevlisi “Yasaktır, kullanamazsınız” karşılığını verince, bizimkiler ellerindeki poşetleri oracığa koyveriyorlar ve çocuk için Dereboyu’nda tuvalet aramaya çıkıyorlar…

Hikayenin özeti bu…

Sonrası tam bir “Facebook” rezilliği…

“Paylaşım”ın altına 200’ün üzerinde “like” tıklanıyor…

Yorumlara bakınca, “Facebook” kullanıcıları bakımından insan hayretlere düşüyor, “Bu mu bizim insanımız” dedirtiyor…

Yorumcular; hemencecik “cephe”leşiyor…

Mağaza müşterisini haklı bulanlar ile mağaza sahibine “yaranmak” için binbir dereden su getirenler…

Sınırsız tepkililer var… Hemencecik eteklerindeki taşları koyveriyorlar…

“İşemeyelim de üstümüze mi yapalım?”

“O mağaza başka ülkede olsa çoktan mühürlenmişti”

“Bir çocuğa bu yapılır mı?”

Tatsız biçimde ileri gidenler de oldu:

“Yuh olsun bu sonradan görmelere…”

“Çıkarıp işeyeydi bir köşeye…”

“Hemen oracığa yapsaydı keşke…”

Daha da ileri gidenler var…

“Özür dileyeceklerine bir de üstünden çıkarlar…”

“Bu işyeri kapatılmalı…”

“Bir çocuğa bunu layık görenler utanmalı…”

İşi boykota kadar götürenler de oldu…

“Ben ve yakınlarım bir daha bu mağazaya girmem…”

Bilgiçlik taslayanlar mı istersiniz, durumdan vazife çıkaranlar mı?

Tabii bu arada, gerçekten bu gündelik “sorun”a ciddi biçimde eğilenler de oldu…

“Birçok mağazada aynı sıkıntı var” diyenler de var…

“Bize de bu olay oldu” diyenler de…

Ama sözünü ettiğim bu mağazadan ciddi şikayetler seslendirenler de oldu…

Satın aldığı elbiseye askı talep edip alamayanlar, park yeri sorununu gündeme getirenler oldu…

İşi gerçekten “sulandıranlar” oldu.

“Herkes oturağını yanında taşısın… Ha.. ha.. ha” diye dalgasını geçenler de oldu…

“Kurutulmuş uzun saplı kabak” taşısın da onun içine işesin diyenler de oldu…

Mantıksız, dengesiz, acayip ve saçma sapan böylesi paylaşımlar yanında, aklı başında insanların yazdıkları da var…

Örneğin Tekin E. Birinci, Önol Aktolga…

En dikkat çekici paylaşımlardan biri ise Fehime Birinci’ye ait… Mağazanın bulunduğu apartmanda yaşayan Fehime Hanım, “Bu mağaza sahibi 4 yıldır aidatını vermiyor. Rica ettiğimde de vermiyorum, istediğin yere git, diyor” diye yazdı…

Bu arada; bu tatsızlığı başkentin muteber bir caddesindeki bir “eksisklik” olarak görüp düzeltmek varken, bazılarımız işe Rumları da karıştırdı… “Debenham’da tuvalet var mı?” diye soranlar oldu… Tabii onlara yanıtı gene birileri verdi… “Tabii ki var” diyenler oldu…

Ta Antalya Kemer’e bile uzananlar oldu bu “tuvalet” meselesinde…

Şimdi gelelim işin aslına…

Bu “paylaşım”ın hemen ardından Esin Esmen diye biri, “İşe yeni başlayan bir çalışanın yapmış olduğu bir hatayı, 150 personeli ve 21 mağazası olan bir kuruma mal etmek doğru değil” diye yazdı…

Arkasından Tekin E. Birinci’nin paylaşımı sayesinde bu şahsın mağaza sahibi olduğunu öğrendim…

Bir o kadar daha üzüldüm…

Neden mi? Bu büyüklükteki bir işletmede bu “küçücük” sorun çözülememişse insan asıl o zaman kahrolur…

Mağaza sahibinin ifadeleri şahsıma yönelik ve inciticiydi…

Ama ne yazıktır ki, gerçeği yansıtmıyordu…

“Tuvalet yasağı”nı işe yeni başlayan bir acemi çalışanının sırtına yüklemek çok insafsızcaydı…

Ama asıl temel eksiklik şuydu:

Tanrı aşkına; ben bir olayı kamuoyu ile paylaşırken, bir çalışanın sözü ile yetinecek biri miyim?

O mağazada; sorumlu da dahil en az 4 kişiden “yasak efendim yasak” denmese ben bunu mesele yapar mıydım?

Bunca yıldır yazıyorum; teyit olmadan “double check” yapmadan kimsenin hakkını ihlal etmeyen biri için bu “gerekçe” uydurma değil mi?

Şimdi gelelim meselenin asıl “üzücü” yanına…

Cenk Mutluyakalı “Çiş Meselesi” başlığı ile bu olayı her pazar zevkle okuduğum sayfasına taşıdı…

Ve bana “haksızlığın” daniskasını yaptı…

O da sıradan “Facebook” kullanıcılarının yaptığı gibi suçu “işe yeni başlayan çalışan”a yükledi… Mağaza sahibinin açıklamasını “doğru” kabul etti… “Kasti faul yok…” dedi…

Bu “abi”sinin “teyit” olmadan, en az üç-dört kişiden “yasak” yanıtı alınmadan, mağaza sorumlusuna ulaşılmadan böyle bir “paylaşım”ı asla yapmayacağını, kimseyi durup dururken suçlayacak bir karakteri olmadığını bilmeliydi…

Üstelik benim “paylaşım”ımın hemen altında olayın detayında bu bilgiler vardı. Belli ki Cenk, pek çoğu gibi o bilgileri de okumadı… Veya anlatılana inanmadı… İşadamının izahına güvendi…

Tabii ben bu “paylaşım”ı yaparken, mağaza sahibinin kim olduğunu bilmeden, tanımadan yaptım. Tanımam da gerekmez.. Cenk iyi tanıdığını anlatıyor köşesinde… “Aramızda çıkar ilişkisi de yok” diye saçmalıyor da… Ne yani? Çıkar ilişkisi de mi olacaktı?

Cenk “Böylesi yatırımcıları korumamız gerekiyor, torunlarımız kadar…” diyor yazısında…

İşte asıl kahredici cümlesi de bu… Sanki benim derdim “torunu korumak”mış gibi…

Benim derdim; sevdiğim kentin orta yerinde tuvaleti olmayan mağazalara “müsamaha” edilmemesidir…

Yetkililer yeterince denetlemiyorsa, medya da “yatırımcıları koruyalım” diyorsa, vah halimize…

Yarın biri çıkar da Cenk’e “Girne’de otellerin kaçak katlarını yıkın” diye bas bas bağırırken size birileri “yatırımcıyı koruyalım” dese hoşunuza gider mi?” derse ne diyeceksin?

Kısacası; ani bir durumdu… Facebook’u da denemiş olduk…

Tartışma kapasitemiz, çağdaş normlara saygımız, değerler sistemimiz hepsi orta yere döküldü…

Fena da olmadı yani…