1974’te, Rum mallarına “çöktüğümüzde” bunun, illa ki bir gün başımıza büyük felaketler açabileceğini öngörmemiştik…
Önce “taşınırları” yeyip bitirdik…
Maliye; resmi bütçeyi “ganimet satışları”ndan elde ettiği paralarla denkleştirdi yıllar boyunca…
“Tanzim Satış Mağazaları”nda yok yoktu…
Gümrüklerdeki “sıfır” araçlar da, kamu görevlilerine taksitle “ya beleş” dağıtılmıştı…
“Taşınmazlar”ı ise oldukları yerlerde kaldılar…
Onları söküp götürmek mümkün değildi…
Büyüklerimiz; Osmanlı tarihini çok iyi bildiklerinden, topluma “kanla alınan, kalemle verilmez” şiarını enjekte ettiler…
1974’te Başbakan Bülent Ecevit, “artık Kıbrıs sorunu diye bir sorun yoktur” diyordu…
Kasım 2019’da ölen, uzun yıllar rahmetli Rauf Denktaş’ın danışmanı Anayasa Hukuku profesörü Mümtaz Soysal, Lefkoşa AKM’de gözlerimizin içine baka baka “Mallar sizindir. Kimse elinizden alamaz” diyordu…
Hepimiz inandık, inandırıldık…
Türkiye’de de, bizde de siyaset “öngörüsüzlüğe” tutsak olmuştu…
Entelektüel birikimimiz bize hiçbir katkıda bulunmadı…
Çünkü öyle bir birikim yoktu…
74’ten sonra aşağı yukarı 20 yılımız, “üleşmekle” geçti…
Neler icat ettik neler?
Eşdeğer puanı…
Mücahit puanı…
Tahsisten hak sahibi…
Bunlar kesmedi tabii… 20 yılın sonunda, Rum mallarına “koçan” verilmeye başlandı…
Siyaset kurumu; bütünüyle bundan “nemalandı…”
Solcusu, sağcısı bu “yağma”dan kirlendi…
Ama sorun yoktu… Kıbrıs’ın kuzeyinde kendi kendimize çalıp, oynuyorduk…
Dünyaya kapalıydık ve “kapişari”miz bize yeterdi…
İngiliz döneminden kalma gerçek hukukçularımız vardı o zamanlar…
“Aman yapmayın etmeyin, kimin malını kime veriyorsunuz?” dediler ama, sesleri davulcu öksürüğü gibi yok olup dağıldı gitti…
Bu arada, savaş sonrasının “ganimet” ortamından yararlanmak isteyen yabancı fırsatçıları da ağırladık buralarda…
Bellazi’ler, Mansini’ler gelip geçti bu ülkeden…
Kimisinin ilgi alanı “kumarhane”ydi, kimisinin ise eski eserler…
Aydın Dikmen; buralardan ikonlar, freskler, mozaikler söküp götürdü…
Kıbrıs Cumhuriyeti, o “hırsızlık” malları, bircik bircik New York’tan, İsviçre’den toplayıp Kıbrıs’a geri getirdi.
Bu adamın yerli “işbirlikçileri” yargı önüne çıkarılmadı hiçbir zaman…
Yerel yöneticiler, Kıbrıs’ın “ortak mirası”nı korumayı akıllarının ucundan bile geçirmediler…
2004’lerde Rumlar’ın referandumda “hayır” oyu yüzünden çözüm olmayınca, bu kez “ikinci ganimet dönemi” başladı…
Kıbrıs’ın kuzeyinde savaştan geriye kalan “toprak” çevre ülkelerden çok daha ucuzdu…
“İnşaat sektörü” diye uyduruk bir “kalkınma modeli” yaratıldı…
Oysa “inşaat” bir sektör değildi o günlere kadar…
Ciddi ekonomilerde beton bir “sektör” olamazdı…
Ama bizde oldu…
Ülkenin dağlarını kemirmeye başladık, yollarımız çimento kamyonlarıyla doldu, önce Girne’yi, sonra İskele’yi bir beton yığınına dönüştürdük…
Yahudiler, Ruslar, İranlılar bu “ya beleş” beton yapılara doluştular…
Çözüm umudu varken, çözüm için çaba harcanırken böylesine bir “hürya” olamazdı tabii…
Ancak, Sayın Tatar’ı “metazori” seçtirerek Saray’a oturtan Erdoğan yönetiminin ayrılıkçı “iki devlet” politikası ilan edildiğinde, artık atış serbestti…
Yerli ve yabancı müteahhitler için bu “çözümsüzlük” ortamı, ballı börekli kocaman bir fırsat yarattı…
Kıbrıs’ın kuzeyini; kısa zamanda hallaç pamuğu gibi dağıttılar…
Arazileri kapattılar, Rumların mallarını haraç mezat sattılar…
Ülkede “tahsisten aldığı Rum malını” satarak sınıf atlayanların sayısı kabardı…
Her taraf, lüks arabaların satıldığı “galeri”lerle doldu…
Siyasetçiler, bu “yağma”nın kolaylaşması için durmadan “yabancı”lara yeni haklar tanıdılar…
Rum arazilerinin yoğunlukla satıldığı inşaat bölgelerindeki belediyeler, bundan nemalandıkları için, seslerini çıkarmadılar…
Kıbrıs Cumhuriyeti, bu süreçte uyudu mu sanırsınız?
2005’ten beridir durmadan yasa çıkarıyor ve “Avrupa Tutuklama Emri”nin kapsamını genişletiyor…
Geldiğimiz noktada; Rum malı satan herkes güneyde ya da Avrupa’da tutuklanabilir…
Kendi ellerimizle yarattığımız bu sonuç; Kıbrıslı Türkleri sıra dayağına tutmak gibidir…
“Kurunun yanında yaşların da yanması” söz konusudur…
Bunun sorumlusu elbette “iki devlet” ayrılıkçılarıdır…
Türkiye’nin “çözümsüzlük” ve arka bahçe politikalarıdır…
Rum mallarının satışını, üzerine gökdelenler dikilmesini, tarım arazilerinin bile betonlaşmasını kolaylaştıran siyasetçilerdir…
Gelinen noktada; “Mal Tazmin Komisyonu” bir çözüm olabilirdi belki…
Ancak o konuda da geç kalınmıştır…
Bu “furya” ilerlerken, hiçbir “iyileştirme” adımı atılmamıştır.
Rum mal sahiplerine tazminatları ödenmiyor…
Rum tarafı, bir yandan “nefesini” ensemizde hissetmemizi sağlayacak, ancak öte yandan da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni yeniden karşımıza çıkaracak…
Gidişat bunu gösteriyor…
Larnaka ve Baf havaalanlarından yolcu alan Kıbrıslı Türk taksicilere yönelik cezalar içeren yasa tasarısı da cabası…
Tüm bu “olumsuz” gelişmelerin baş sorumlularından biri olan Sayın Tatar’ın bu konuları acilen muhatabı ile görüşmesi gerekmiyor mu?
İki toplumlu “işbirliği”ni öne çıkarması bir ihtiyaç değil mi?
Hatta; Mal Tazmin Komisyonu konusunda Rum tarafının “taleplerini” acilen yerine getirmesi gerekmiyor mu?
Kıbrıslı Türklerin var olması davasına yeterince “zarar” vermedi mi?