“Tarih yazmak, yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” Mustafa Kemal Atatürk
Meslek büyüğüm, bizim sözcümüz, sayın Uğur Dündar’ın, 13 Aralık 2020 tarihli Türkiye’nin Sözcü Gazetesinde ki “ Sizin Sözcünüz” köşesinde, sayın Oktay Ekşi’nin eski Başbakanlardan Suat Hayri Ürgüplü’nün anılarından kaleme aldığı “BEYFENDİ” adlı kitabından bir bölümü “ Türkiye’yi  2.Dünya Savaşı’na İnönü değil, Mareşal Fevzi Çakmak sokmadı” başlıkla yazdığı makalesini  şaşkınlıkla okudum. Bu konuda benim gibi düşünenlerin çok olacağını düşündüğümden, 2.Dünya Savaşı’nın yapıldığı tarihlerde Türkiye’nin, durumunu da hatırlatarak bazı tespitler yapmak istedim.
 Öncelikle,yaşımın 66 olduğunu, o tarihlerde hayatta olmadığımı ve  2. Dünya Savaşı ile ilgili bilgilerime, rahmet ve özlem ile andığım eniştem Tiyatro yazarı Dr. Orhan Asena’nın 20 Nisan 1968 tarihinde( kitabın üzerine not düştüğüm için tarih net yazılmıştır) okuyup,öğrenmem için bana verdiği ve benim  her zaman faydalandığım, Şevket Süreyya Aydemir’in kaleme aldığı “ 2. Adam 2. Cildi” kitabından,  bu bilgileri doğrulayan ve o dönemlerde muhataplarının da yaşadığı tarihlerde yazılmış tarih kitaplarından ve meclis tutanaklarından sahip olduğumu belirtmek isterim.. “ 2. Adam 2. Cilt” kitabında açık olarak ve belgeleri ile birlikte yazılan, Türkiye’yi 2.Dünya Savaşına sokmayanın İSMET İNÖNÜ olduğudur. Bu kitaptan bazı alıntılar alarak, sizlerin bilgilerinizi tazeleyip hatırlamanıza da yardımcı olmak istiyorum.
 Kitaptan alıntılar ve yorumlarım:
Türkiye İkinci Dünya harbi patladığı zaman, Türk savunma sistemi tamamen demode ve hazırlıksızdı. Seferberlik hazırlıkları, Birinci Dünya Harbinin ilkel usulleri ve alışkınlıkları içinde yürüyordu. Harp ekonomisi, üzerinde ki anlayış yoksunluğu ile teşkilatsızlık ve hazırsızlık, İkinci Dünya harbi yıllarında hem ordu, hem halk iaşesini sonuna kadar etkiledi. (syf. 208)
 7 Aralık 1941 tarihinde Pearl Harbour’daki Japon baskını ile Japonya ve Amerika’da harbe karışınca Avrupa Harbi, Dünya harbi halini aldı. İşte, o günden sonra Türkiye için en kritik günler başlamıştı; Harbe sürüklenmek veya sürüklenmemek? Bu mesele Türkiye için: Var olmak veya olmamak! Meselesiydi.İnönü’nün yakın tarihimize, kader tayin edici en büyük müdahalesi , sanıyorum ki asıl bu safhada olmuştur.. (syf 237)
Şimdi Türkiye’nin ve onun kaderinden sorumlu olanların başlarının üzerinde gittikçe genişleyen istifham, yahut soru işareti işte budur. Müttefikleri, ona artık son tekliflerini ve son baskılarını yapacaklardır. İnönü, Cumhurreisidir ve bu şartlar altında son söz, artık her zamandan ziyade onun olacaktır. İngiltere Başbakanı Churchill’le ve Amerika Başkanı Roosevelt ile o görüşecektir. (syf 239)       
 
Kaynağım kitapta, o dönem Türkiye’sinin Ekonomik, Siyasi ve Sosyolojik durumu belgeleri ile geniş olarak açıklanmaktadır. Onları burada yazmak olanaksız olduğu için kitaba ulaşabilenler okuyabilirler.
 
 Kitabın yazarı o dönemlerde Bürokrattı. İaşe Müsteşarlığı yardımcısıydı. Başka görevleri de olmuştur. Bakınız kitabının 243. sayfasında ne diyor. “Ben; İkinci Dünya Harbi ile ilgili bütün meselelerde ve gelişmelerde; Türkiye’nin başında, meydan muharebeleri vermiş, meydan muharebelerinden çıkmış, yani harbin ne olduğunu bilen tecrübeli bir askerin bulunuşunu milletimiz için bir şans eseri olarak saymışımdır… Bu kitaplar ve sayfalar hazırlanırken, indiğim kaynaklar ve önüme serilen belgeler ve olaylar, bu kanımı her adımda kuvvetlendirmişlerdir. Çünkü, İnönü, daha ilk rüzgara teslim olan bir macera adamı değildi. İstiklal Savaşı’nda ve Lozan’da, feleğin çemberinden geçmiş bir İsmet Paşa karşısındaydık. Nitekim İnönü bu beyanları ile durumu ortaya koymuştur: “Biz bu iki tarafın harbini, bir tarih olarak stratejik bakımdan, hadiselerin doğruladığı bir teşhis ile karşıladık. Almanya ve mihver bu teşebbüste, kudretinin üstünde bir dava peşindedir. Karşı taraf kendisini yenecektir. Bu teşhisimizin, bütün politikamıza esas olması lazımdı, öyle de oldu. “ İnönü, askeri-siyasi stratejiyi, tam bir başarı ile kullandı.”
Harp süresince müttefikler arasında değişik konferanslar yapıldı. Bu konferansların başlıcaları şunlardır. Kazablanka, Kahire, Tahran, Yalta v.s. Bunların içinde sıralamaya kaydedilmeyen 30 Ocak 1943 tarihli Adana mülakatı ile 2-6 Aralık 1943 tarihlerinde yapılan 2.Kahire konferansı bizim yakın tarihimizin bilhassa önemli olaylarıdır. Sayılan konferansların hepsinde Türkiye’nin durumu, diğer problemler arasında yer almıştır. Adana Mülakatı ile Kahire konferansında ise İnönü bizzat hazır bulunarak, Türk meselesine ve Türkiye’nin harp karşısındaki durumu meselelerine kendi açısından ışık tutmaya ve istikamet vermeye çalışmıştır. (syf:256-257)
 
                               İnönü diyor ki; ”Bizim kaderimiz, müttefiklerle beraber olmaktı. Bunun neticesi olarak, müttefiklerle beraber ve onların safında harbe girmemiz tabii ve zaruri olacaktı. Ancak bu harbe girmek için vaziyetimizin özelliğine ve müttefiklerimizin bize karşı vazifelerini hakkıyla ifa etmelerini istemeğe mecbur ve bunda haklıydık. Yoksa, harbe girmemiz ve hiçbir şart altında harbe fiilen girmemek, daha baştan verilmiş karara dayanmaktadır. İşte bu suretledir ki taahhütlerimize sadık kalmakla, müttefiklerin bize karşı vazifelerini ifa etmelerini istemek arasındaki tartışma bizi harp dışında bırakmıştır.” Yani netice şu oldu; Harbe girmek bizim için mümkün olmadı ve müttefiklerimiz de bizi bu hususta haksız bulmaya, hiçbir zaman vesile ve imkan bulamadılar” (syf:243-244) Bu son cümlede, İnönü’nün İkinci Dünya Harbi içinde siyaset ve davranışların bütün hikayesi vardır. Bu sözler bir karar ve irade adamının sözleridir.
 
                               Bu kitapta, Mareşal Fevzi Çakmak ile karar aşamalarında bilgi bulamadım. Sadece o dönemin fikri sorulan önemli bir makamında olduğunu biliyorum. Tabii ki ordunun o dönemdeki harbe girip giremeyeceği durumunu bilen bir kişi olarak tavsiye ve fikirlerini söylemiştir. Mareşal Fevzi Çakmak’ı İstiklal savaşı dönemlerindeki kahramanlıklarından dolayı elbette minnetle anıyoruz. Fakat kendisinin Mustafa Kemal’i tutuklamak istediğini, daha sonra Mustafa Kemal’e katılmak için Ali Fuat Cebesoy’a ve Anadolu’ya geçmek için kimlerin aracılık ettiğini de Ali Fuat Cebesoy anılarından ve bunları kitap haline getiren Sadi Borak’tan öğreniyoruz. İstanbul işgalini, Mondros mütarekenamesine uygun bulan, Ulusal kurtuluş savaşçılarını eşkıya diye nitelendiren telgraf çeken, Fevzi Paşa bu telgraftan kısa süre sonra, Harbiye Nazırlığı koltuğundan, İngiliz askerlerinin süngüsüyle kaldırılıp atılacak ve acı gerçekle yüz yüze gelecektir ve anlayacaktır ki teneffüs edeceği hür hava Anadolu’dadır ve millet için bağımsızlık nimetlerin en büyüğüdür. Yani bir kişinin başarılı bir asker olması, siyasi ve ülke için hayırlı olanı seçmede başarılı olabileceğini göstermemektedir.
 Meslek büyüğüm sn. Uğur Dündar’ın yazdığı makaleyi, neden şaşkınlıkla okuduğumu şimdi daha net açıklayabilirim.
 
Sn. Dündar yazdığı bu makalede, bir kitapta anlatılan Suat Hayri Ürgüplü’nün anılarından bir bölüm aktarmıştır ve bir kitabın tanıtımını yaparak kültür hizmeti sunmuştur. Makalesine atmış olduğu başlık ve içinde yapmış olduğu “Bilinenin aksine“ yorumu tarihi değiştirmek veya saptırmak anlamına gelir diye düşünüyorum. Eğer böyle bir yorum yapıyorsanız, bundan önceki tarihi belgelerin yanlış olduğunu, anılarla değil belgelerle söylemek gerekmektedir. Tarihte, sözlü olarak anıları dinleyerek anonim haline getirilen olaylarda olabiliyor. Ama bu bir tek kişiyle değil yaşayanların çoğunluğu ile olabiliyor. Kaldı ki Mareşal Fevzi Çakmak’ın kendi anılarının da olduğu yayınları biliyoruz. En güzel anılar, tarihe not düşülecekse, muhataplar yaşarken veya hayatlarını kaybettikleri günden kısa bir zaman geçtikten sonra yazılan anılar olmalıdır diye düşünüyorum ki Şevket Süreyya Aydemir’in kitabı muhataplar hayatta iken ve belgelere dayalı yazılmıştır. İnsan okuyunca o tarihlerde yaşamış gibi hissediyor kendisini. İsmet İnönü’ye zaten haksız olarak hakaretler yapılmaktadır. Askerliğini yapmadığına kadar varan akıl tutulması açıklamalar yapılmaktadır. İsmet İnönü’nün göğsünde taşıdığı en önemli madalyası olan Türkiye’yi savaşa sokmamasını,  göğsünden indirmek sn.Dündar’a mı kaldı diye şaşkınlıkla okudum
 Bu bağlamda İsmet İnönü’yü “Bir memlekette namuslular en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça o memleket için kurtuluş yoktur” sözünü de hatırlayarak rahmet, özlem ve saygıyla anıyorum. Cennet mekanında Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile beraber aydınlıklar içinde olsun.
 
                               Mutlu, sağlıklı, bilgili ve uyanık olalım.