Çok büyük bütçelerle, Osmanlı dizilerinde “uzmanlaşan” TRT; Kıbrıslı Türklerin yakın tarihine de el attı…
Geçen hafta başlayan ve 26 hafta sürmesi beklenen “Bir Zamanlar Kıbrıs’ta” dizisi, hafta boyunca “sosyal medya”da deyim yerindeyse “hallaç pamuğu” gibi oradan oraya savruldu.
“Dizi”nin; pandemide vaka sayıları yükselirken, kasabalar arası trafiğin yasak olduğu, sokağa çıkma yasağının sürdüğü bir zamanda, Kıbrıs’ta aylarca süren çekimleri, “birilerinin acelesi var” izlenimi yaratmıştı…
Sayıları yüzleri bulan oyuncu, figüran ve set ekibinin Kıbrıs’a aileleri ile birlikte yaptıkları bu “dizi çıkarması” hiç de hayra alamet değildi…
Kıbrıs’a gelen TC’li resmi “zevat” dizinin setini ziyaret ediyor, Ersin Tatar da ikide bir “set”ten fotoğraflar paylaşıyordu…
1 Nisan akşamı büyük bir reklam kampanyası ile Mağusa’da “gala” düzenlendi ve koskoca TC’nin CB Yardımcısı işini gücünü bırakıp Kıbrıs’a gelerek galaya katıldı.
Fuat Oktay’ın, gala sahnesinde Ersin Tatar ile birlikte diziyi övgülere boğması bu “milli proje”ye yüklenen “misyon” hakkında kuşkular yarattı…
Nitekim Sayın Oktay; merakımızı giderdi ve “dizi”nin Nisan ayı sonunda Cenevre’de yapılacak Kıbrıs sorununa ilişkin “5+1” toplantısı öncesinde yayımlanmasının önemini açıklarken, “resmi niyet”i de deklare etti…
Üstelik; 1 Nisan gününün, gala için özellikle seçildiği de ortaya çıktı. 1 Nisan, 1955; EOKA denilen Rum yeraltı örgütünün ortaya çıktığı gündü. Grivas adlı Rum generalin yönetimindeki silahlı gizli örgüt, önce İngilizlere, daha sonra da Türklere yönelik birçok bombalama, saldırı, öldürme olaylarında yer almıştı.
“Kıbrıs’ta Bir Zamanlar” adlı dizide, bol bol EOKAcıların eylemlerine yer veriliyor, dizi Kıbrıs’ta yaşanan her şeyi neredeyse “EOKA’ya mal ediyordu.
TRT’nin dizi için “hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak” milyonlar harcaması ve Kıbrıs’ta futbol maçlarının yapılmadığı, açık havada bile toplanmanın yasak olduğu bir dönemde yüzlerce kişinin bir salonda “gala”da buluşması, sağlık örgütlerinin uyarılarına karşın inatla ve ısrarla bunun yapılması, Türkiye’deki “otoriter” rejimin Kıbrıs’la ilgili çok tehlikeli “niyet”lerinin olduğunu gösteriyor.
Dizide aslında “tolere” edilebilecek hatalar ve abartmalar var. Nasıl olmasa “dizi” bir belgesel değil ve aktarılanların bire bir yaşanmışlıklarla örtüşmesi de gerekmez.
Ancak “dizi”de Kıbrıslı Türk kültürü doğru biçimde yansıtılmıyor. Dizi 1963’te başlıyor ama o dönemin giyim kuşamına, konuşma tarzına, sosyal yaşamına taban tabana zıt görüntülere yer veriliyor. Bizim kültürümüzde hiç yer almayan; düğünlerde mangal yakmak, yerlerde yufka açmak gibi sahneler var. “Lan” diyen saçı sakalına karışmış, İstanbul “ağzı” ile konuşan öfkeli, kindar, kana susamış insanlar dikkat çekiyor.
Aslında; detaylardaki “yanlışlar”ın hafif dokunuşlarla düzeltilmesi mümkündür. Dizi yönetmeni, yapımcısı belli ki Kıbrıs’la ilgili yeterli araştırma yapmamış, buradaki yazarlarla, araştırmacı ve gazetecilerle konuşmamışlar. Oysa onlara “kaynak” oluşturabilecek yığınla yayınımız var. Tabii “iyi niyet” olsaydı tüm bunlar geçerli olurdu…
Oysa “dizi”nin hoşgörülemez “niyet”leri ve gizli tutulamamış “mesajları” var…
Herşeyden önce dizi “objektif” değil... Projenin sahipleri; Kıbrıs’ta kendilerine bir “düşman” belirlemiş ve “başrol”ü bu düşmana, “EOKA”ya vermiştir. Dizi; Kıbrıslı Türklerin “direnişi”ne değil, Rum EOKA örgütünün abartılmış, gerçek olmayan “şiddet”ine odaklanmıştır.
Bu bağlamda; bir millete, bir dine, bir topluma yönelik kaba düşmanlığın, kin ve nefretin, hatta intikam duygusunun taşlarını döşemek, beyinlere bu “düşmanlığı” nakşetmek “niyet”i apaçık biçimde görülmektedir.
“Dizi” büyük bir “şiddet”in anaforunda bar bar bağırmaktadır… Hamaset en üst düzeydedir ve inanılmaz bir nefret söylemi içermektedir. Dizideki “aşk” ise, kara propagandayı örtülemekte çok yetersiz kalmaktadır.
“Osmanlı seviciliği” duygusu yaratmakta “uzman”laşan TRT, şimdi de Kıbrıs’ta çekilen acıların üzerinden, gelecek nesillere “hafıza oluşturmak” istemektedir…
“Dizi”nin asıl tehlikeli yanı ise; Kıbrıslı Türkler’e yönelik kullanılan “aşağılayıcı” dildir. Kıbrıslı Türkleri “siesta” yapan “tembel” kişiler gibi sunma çabası yanında, Denktaş’ın sözleri içine bile “İngilizce” kelimeler yerleştirilerek ince ince bizimle dalga geçilmektedir.
Dizide tüm bu negatif söylem ve davranışlar içinde kurgulanan “öykü” apaçık biçimde “Sizi biz kurtardık” mesajını içermektedir.
Hem TC’de hem Kıbrıs’ta fanatik milliyetçilerin ve şövenistlerin; Rum’u “düşman” Kıbrıslı Türk’ü “vefasız” diye etiketleyen bu “dizi”den hoşnut olmaları beklenebilir…
“Gâvurlar bize çok yaptı…” diyebilirler…
“Gâvur kellesi” isteyenler, bu kara propagandadan etkilenebilirler.
Türkiye’deki Erdoğan rejimi, “dizi”ler ve “film”ler yolu ile geleceğe hafıza aktarmakta uzmanlaşmıştır.
Ama gelecek nesillerin asıl ihtiyacı; “kör milliyetçilik” değil, ötekileştirilmiş dinler, milletler yaratıp düşmanlık beslemek değil, hem kendisi hem de tüm dünya için barışı savunmaktır.
Böylesi diziler “Siyasal İslam”a hizmet ederken, Türkiye’yi dünyaya “rezil” etmekten öte bir işe yaramaz. Türk gençlerine kin ve düşmanlık tohumları ekerek geleceği kurtaramazsınız…