Hristiyanlık dünyasının en önemli paskalya gününde fanatik Rumlar, Türk bayrağını yaktılar.  Buna ilaveten fanatikler polise karşı havai fişeklerle sözde roket savaşı  ve terör havası estirdiler.

            Politis gazetesi olayı şöyle vermiştir:

            “Modası geçmiş geleneklerin suç unsurları ve özellikle radikal sağ grup ve partiler tarafından, şiddet ve terör silahlarıyla kendi ajandalarını yaratmak için kullanmaya çalışıldığına şahit olundu.”

            On beş on altı yaşlarındaki bazı gençlerin siyahlar giyerek ve yüzlerini bir peçe gibi örten fanatiklerin bu davranışlarının Rum halkını bile rahatsız etmiştir verilen haberde.

            Olaya psikolojik, siyasal ve sosyolojik açıdan bakmak lazım.

            Bir milletin bayrağını yakmanın ne kadar etik değerlere aykırı bir davranış olduğunu bilmeyenler, geçmiş sabit fikirlerinin kurbanı olmuşlardır.

            Bu gençlere doğruları söylemiyorlar.  Fanatik ve Türk düşmanlığı ile var olmaya çalışan gençlere doğru yolu göstermeyenlerin er veya geç, başlarına gelecekler vardır.

            Kıbrıs’ı kana bulayan ve kendi soydaşlarına en acı ve en beklenmedik günleri yaşatan fanatikler, bu davranışları ile bize Nikos Sampson’un 1963’te Küçükkaymaklı’yı yakarken eline geçirdiği Türk bayrağı ile kamera karşısına geçerek “Cesursan gel al” diye bir mesaj vermişti Türk askerine.  O davaranış çok ağır ve kabul edilemez bir davranıştı.   Nitekim Türk askeri tam on bir yıl sonra cesur olduğunu kanıtladı ve bayrağımızı düşmanın elinden aldı.

            “Ben cesurum.  Geldim ve kendi bayrağımı elinden aldım” demiştir.

            Atatürk Kurtuluş savaşından sonra İzmir’e girişinde yerlerde sürünen Yunan bayrağını avuçlarına alarak “bu bayrak düşmanıımın dahi olsa,  bu bayrağa saygı duyulmalıdır” demiştir.  Ne kadar erdemli bir davranış.  Ne kadar asil bir davranış.  Kaldı ki Yunanlılar İzmir’e girdiklerinde pek çok Türk bayrağı yakmışlar, masum insanları katleltmişlerdir.  Gazeteci Hasan Tahsin’i de vurarak öldürmüşlerdir.

            Türkiye’nin monarşiden kurtuluşu ile pek çok devlet adamının Türkiye’ye nezaket ziyaretlerinde bulundukları bir gerçek.  Bu arada İngiltere kralı IV Edward’ın ayağından sıçrayan çamurun Atatürk’ün pantolonu üzerine sıçramasından rahatsız olan kral, çamuru mendili ile silmeye çalışınca Atatürk kendisine şöyle demiştir:

            “Sayın kral, lütfedip bu çamuru silmeye kalkışmayın.  Ben bundan rahatsız olmam, çünkü bu çamur, benim memleketimin çamurudur” demiştir.

            Sayın Guterres’in kulakları çınlasın.

            “Biz acılar yaşamış Kıbrıs Türkleri, bayrağımız yakan şu baldırıçıplak fanatiklerle mi bir gelecek kuracağız?”

            Maalesef hala daha 60 yıl önce sokaklardan toplayıp meçhul yerlerde kurşunlayarak öldürdükleri Türklerin kemikleri hala toprak altından çıkıyor.

            Eşini ve babasını kaybeden masum insanların günahları, tümden Rumların boynuna.

            Hani bir söz vardır.

            “Hem uyuz, hem de kuduz.  Gözlerine  görünecek var” diye birkaç söz.

            Zürih ve Londra anlaşmaları gereği taraflara ve garantör devletlere bir oldu-bitti karşısında askeri operasyon yapma hakkı vermişti.  Rumlar bunu bile hafife aldılar.  Bir gün Türk askerinin adaya gelebileceğine gülüp geçtiler.

            Kurtuluş savaşından yeni çıkmış Türkiye yeni bir savaşa hazır değildi.  Türkiye kendini onbir yıllık süre içinde herhangi bir savaşa karşı hazırladı ve hem ordusunu, hem de harp sanayiini geliştirdi, çıkarma gemileri yaptı, silah üretimini geliştirdi.

            Ve 15 Temmuz 1974 Makarios dabesiyle, Rumların Rumları öldürdüğü tarihe geçti.  Şu bayrak yakan gençler o günleri hatırlamalıdırlar.  20 Temmuz sabahı Türk jetleri kulakları yırtan sesleri ile askeri operasyonunu başlattı.  Kıbrıs’ın bütün sahillerinde inşa ettikleri devasa mevzileri bombalarla berhava ettiler.  Yani sahte kahramanların bütün mezilerini berhava ettiler.

            Fanatik Rum gençliği gerçekleri görmekten acizdirler.  Bu acizlik onların başlarına çok iş açacak yine.

            Tük bayrağını yakmak, cesurluk değildir.  Ne de ortalığı karıştırmak ve büyük bir kaos yaratmak.

            O sahte kahramanların savaştaki kahramanlıklarını gördük.

            Mesela savaştan kaçmamak için ayaklarına pranga vurulan mevzideki Rum ve Yunan askerlerinin cesurluğu bu kadar.  Savaşta zincirlenmiş askerlerin cansız bedenleri orada kalmıştı.

            Daha ne diyelim ki...

            Kesinlikle bu hareketlerden ve fanatizmden sonra federasyon temelinde bir anlaşma olamaz.  Hedef egemenlik ve iki devletli çözümdür.  Bu çözümden başka bir formül görülemiyor.

            Bırakın daha da taşkınlık yaratan şu sahte kahraman gençleri.  Bayrağımızı yakmakla da başları göğe deymez.  Biz yolumuza, onlar da kendi yollarına.  İsterlerse birbirlerini yesinler.  Bizim yolumuz egemenlik ve var oluş yoludur.

            Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın verdiği beyanatları da mı okumuyorlar?

            “Kıbrıs sorunu ancak yan yan iki egemen devlet temelinde çözülebilir.”