16 Nisan nereden bakarsanız bakın tarihi bir niteliği olan sancılı referandum süreci olarak anılacaktır. Bıçak sırtı çıkan sonuca, YSK’nın almış olduğu karar eklenince tartışmalar da buna bağlı olarak büyüdü. Sonuç değişmemiş olsa da YSK’nın gölgesi bu referandumun sonucunu da amacını da gölgeledi. Şahsen Başkanlık Sistemine karşı değilim. Birçok dez avantajı olmasıyla birlikte bir çok avantajı da olduğunu düşünüyorum. Fakat Türkiye’de kurgulanan Başkanlık Sistemi’nin ideal olan olduğunu düşünmüyorum ve ilerde de düşünmeyeceğim. Ama bu yazıyı Başkanlık hakkında naçizane fikirlerimi yazmak için kaleme almadım. AKP’yi tartışmak istediğim için yazdım.

Her siyasal iktidar gibi AKP’de bir tırmanışın sonuna vardı. Zirveye giden bütün yolların sonunda olduğu gibi zirveden sonrası gidilecek tek yer aşağısıdır. Bugün AKP içinde aynı kural geçerlidir. Bu referandumun gelecekte ne kadar güzel sonuçlar doğuracağını anlatmak kolay fakat bunu başarmak zordur. AKP’nin beceriksiz veya iş bilmez olduğu iddiasında değilim. Bunun aksini düşünüyorum. Fakat önemli bir konu kitlesel bir hareket olarak devam edebilme kapasitesinin ne oranda korunduğu üzerinde şekilleniyor. Başkanlık sistemine geçilmesiyle birlikte, kurgulanan sistem tek bir kişinin olağanüstü yetkileri elinde barındırmasıyla bitmiyor. Bunun beraberinde getirdiği bir dizi riskler de vardır. Örneğin kişinin başarısı, kabiliyeti, göreve uygunluğu, liyakat gibi kamusal alanın yönetiminde olmazsa olmaz bir takım ilkelerin göz ardı edilebileceği riskini de beraberinde getiriyor. Bununla kalmayıp bunun yerini alacak olan kriterlerin ne olacağı konusunda da fotoğraf henüz net değil.

Öte yandan AB ile bütünleşmeye çalışan, insan hak ve özgürlüklerini tanıyan, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz diyen, Kürt sorunun çözümü için masa kuran siyasal bir iktidarın artık olmadığını görüyoruz. Onun yerine aynı kişilerin farklı söylemleri ile bezenmiş, bağnaz ve şovenist bir yaklaşımla Türkiye’nin sorunlarını yorumlayan buna karşın net olarak çözüm ortaya koymayan, fikir üretmeyen, tartışmayan ve tartışılmasından hoşlanmayan bir iktidar ve ona refakat eden bir muhalefet partisi var. Aynı düşünmeyene Devlet’in bekasını işaret edecek kadar kendini beğenmişte olabiliyor. Sanki Türkiye Cumhuriyeti bir milletin ortak çilesi ile kurulmamış gibi…

Maliye Bakan’ı Şimşek’in Bild gazetesine verdiği demecin satır aralarında Türk ekonomisinin geleceğine ilişkin yaptığı değerlendirmede AB ülkeleri ile işbirliğinin ülke ekonomisinin gelişmesinde ne büyük öneme sahip olduğunu anlamak mümkündür. Elbette benim değil ya da bu yazıyı okuyan siz değerli okurlarım anlaması değil önemli olan, Türkiye’yi yönetenler bunu anlamalı.

Siyasal iktidar tarafından üretilen çok keskin söylemlerin ülkeye zarar verdiği aşikar. Bu zararların artmasını arzulamamakla beraber AGİT’in seçim raporu ardından AKPM’nin Türkiye’nin denetime alınması kararını da hayra yormamak gerekir. En azından dünyanın Türkiye’nin imajına dair fikir sahibi olurken bunların önemli olduğu bilinmelidir. Siyasi bir karardır veya değildir tartışmalarından öteye nasıl bir Türkiye sorusu burada daha önemli. Ben çağdaş, demokratik ve medeni bir Türkiye istiyorum.

Artık AKP mazeret sahibi bir siyasal iktidar olamaz. Yapamadık ama diyemez. Çünkü; Başkanlık sisteminin sunuşu buna izin vermiyor. Ekonomi büyümeli, refah artmalı, istihdam rakamları büyümeli artık. O şanlı yeniden şahlanıştan söz ediyorum. Bütün sorun sistemdeydi. Parlamenter demokrasi en büyük sorundu. Fiiliyatta olmadığı gibi  (En azından parlamenter demokrasinin üzerine inşa edildiği ruhu göremiyorum şeklinde de yazabilirdim) ilk seçimle birlikte resmiyet bakımından da olmayacak.

Şimdi daralan ekonomik koşullar dış mihraklar ile açıklanabilir mi? AB karşıtlığı ile Türkiye nereye kadar yürüyebilir. Mevcudiyetini kaybeden bir Osmanlı rüyası ile karın doyar mı? Ev taksiti ödenir mi? Ben bunun mümkün olmadığına inanıyorum. Mümkün olmadığını gören milyonlarca insan, Türkiye’de mevcut. Milli iradeye saygı duymak herhalde onlarında talep ve beklentilerini karşılamak anlamına da geliyor. Hal böyleyken referandum sonucuna takılıp kalmak yerine bundan sonrası için oturup düşünmek, yol gösterici olmak ülkesini seven her bir yurttaşın görevidir.       

Referandum sonuçları için üzülen hayır cephesinin işi asıl şimdi başlıyor. Şimdi politika üretmek, Türkiye’yi hem siyasi hem ekonomik dar boğazdan kurtaracak bir vizyon ortaya koymak. Kucaklamak. Çok renkli olmak lazım. Anladığınızdan eminim…