40 yaşından sonra bu ülkeye gelen Ersin Tatar; beş yıllık bir süreyle Maliye Bakanlığı yaptıktan sonra, UBP Genel Başkanlığı’na gözünü dikmişti…

Tam 2 yıl önceki UBP Kurultayı’nda Hüseyin Özgürgün karşısında aday oldu. Seçimin ilk turunda Özgürgün 2005 oy alırken, Tatar 2592 oy almış ve ikisi; 2. tura kalmıştı.

Tatar, şanslıydı. Özgürgün kötü günler geçiriyordu. Aylardan beri, 31 dakikada banka hesaplarında 4 milyon TL.’lik para hareketi olduğu medyada yazılıp çiziliyordu.

Parti içinde “yıpranmış” durumdaydı. 2. tur gelmeden seçimden çekildi ve Tatar UBP Genel Başkanı oldu.

Tatar, parti içinde gerçekten çok ter dökmüştü. UBP kadrolarının iliğine sızmayı başarmış, polemikle ve popülizmle ruhlarını okşamış, hamasetle kendi geleceğinin taşlarını bircik bircik döşemişti…

UBP Genel Başkanı olduktan sonra yerinde duramadı. “Ana Muhalefet Başkanı” olmak onu kesmedi. “Dörtlü Koalisyon” sürerken, HP ile “aşna fişna” ilişkiler içine girmiş, HP’lileri “koalisyonu bozmak” konusunda el altından cesaretlendirmiş ve “Başbakan” unvanını elde etmişti.

Sonrasında; 2 yıl içinde başımıza nelerin geldiğini hep beraber yaşadık…

İşte bu süreçte; en az AKP kadar ciddi “suçlar” işlemiş olan UBP’nin “günahları”nı da gözardı etmememiz gerekmektedir.

Eğer normal bir “demokratik” ülkede yaşıyor olsaydık; sağcı-muhafazakâr bir partinin de dış müdahale karşısında “dik durması” doğal bir siyasal davranış olurdu.

Kendi adayının “kirli” yöntemlerle ve başkalarının “gücü” ile seçilmesine izin vermezdi…

“Kurucusu” olduğunu iddia ettiği “devlet”in, bu kadar hoyratça aşağılanmasına göz yummazdı…

Bu halkın “bağrından” çıktığını iddia ederken, bu halkın karpuz gibi ortadan ikiye bölünmesine karşı çıkardı…

Ama UBP ne yaptı?

Tüm yaşanan rezillikleri görmezden geldi…

“Bana sokmayan yılan bin yaşasın” dedi…

İçlerinden bir vekil, bir üst düzey politikacı çıkıp da “Biz ne yapıyoruz?” diye sorgulamadı…

Çok parçalıydılar ama odaklandıkları ortak bir nokta vardı…

Tatar’ı bir an önce bu partiden uzaklaştırmak…

Bu; müthiş bir “hırs” müthiş bir siyasi “ihtiras”tı…

Gözleri adeta “kör” olan Sucuoğlu ve Taçoy gibi politikacıların bir tek “hedef”i vardı: Tatar gitsin, önümüz açılsın…

Bu yüzden gözleri; “bencil” ve “bireysel” geleceklerinden başka hiçbir şey görmedi… “Demokrasi” diye bir gaileleri olmadı…

Tatar’ın; Cumhurbaşkanı Akıncı’yı alet ederek “ayağını kaydırmak” istediği Sucuoğlu’nun o günlerdeki suskunluğu ve “sin da gülle geçsin” moduna girmesi, bu ülkede ihtiyacımız olan politikacı profili olamaz… 

Öte yandan bakanlıktan azlettiği Ünal Üstel de “prensip sahibi politikacı” görüntüsü vermedi…

UBP; en başarısız olduğu bir dönemde, neden bu kadar oy aldığını, bunu kime ve neye borçlu olduğunu kendi kendine sormayacak mı?

UBP içinde gerçekten “akıl tutulması” mı var?

“Akil adamları” hiç mi kalmadı bu partinin?

Bu “köklü” parti, Ankara’dan esen rüzgâra göre gidecek, köylerde evleri Ankara’dan gelen politikacılar gezerek onlar için oy toplayacak ve bunu da içlerine sindirecekler…

Bir parti düşünün ki; Genel Başkanı “şişkin banka hesabındaki paralar”la anılacak, Meclis’te dokunulmazlığı kaldırılacak, ülkeyi terk edecek, İstanbul’da yaşamaya ve maaş almaya devam edecek ve bu parti seçimlerde oy artıracak…

Bir parti düşünün ki; bir başka vekili “İhtiyat Sandığı skandalı” nedeniyle Meclis’te dokunulmazlığı kaldırılacak, mahkemeye çıkmak üzere olacak ve oyları artacak…

UBP içinde, bu toprakların “değer yargılarını” içselleştirmiş, çağdaş anlamda “politikacı”ların olmaması hem kendileri için, hem de toplum için büyük bir handikaptır.

Sağcı, tutucu, milliyetçi olsalar da bu toplumun “ortak değerleri”ne saygı duymak zorundadırlar…

Yukarılara postaladıkları kişi, dergâhlarda Arapça dualardan medet umsa da; Sucuoğlu, tarikat lideri önünde yerlere kadar eğilse de, bunların Kıbrıslı Türkleri “incittiğini” sezinlemek çok mu zordur?

Ülkemizdeki siyasi partilerin birer “menfaat çetesi” olmadıkları konusunda hemfikir olmak zorundayız…

Ülkede yaşayan her üç insandan birinin desteklediği bir siyasal örgüt bu ülkenin ve insanlığın  “parametre”lerinden uzaklaşamaz.

Bizi; dünyaya, ülke dışından birilerinin iki dudağı arasında hareket eden “niteliksiz bir kalabalık” olarak sunamaz…

Geldiğimiz kavşakta Kıbrıs’ın kuzeyinde hem sol hem de sağ partilerin “akıllarını başlarına almaları” ciddi bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Sol’da; yapılması gerekenler çok önemlidir. Ancak ben, sağda da bazı “değerler”e saygı gösterilmesi gerektiğine ve UBP’nin de ciddi bir sınavdan geçmekte olduğuna inanıyorum…

UBP’nin; AKP’nin dümen suyuna girmesi, onun “acenta”sı gibi politika yapması, Kıbrıs Türkü’ne ihanettir… Bu topraklara yapılacak en büyük kötülüktür…