Dünyada insanlar birbirlerini öldürmeye devam ededursun, hayatımıza son teknoloji olarak yapay zekalar giriyor.  Fen ve bilim geliştikçe kim bilir daha neler göreceğiz, neler duyacağız.
            Yapay zekanın insan hayatına etkilerini düşününce, dünyanın dengesinin bozulmaya başlayacağını anlarız.
            Hani deriz ya “Allah’ın işine karışmayınız” diye.  Bu iş de ona benzer.
            Yapay zeka üzerine yapılan son açıklamalar, nice ölmüş yakınlarımızın sesli konuşmalarını sağlayacakmış.  Tıpkı bilim kurgu filimi gibi...
            Dünya ve insan yaşamı oldu olalı hep bir muamma olarak kaldı insan ruhu.  Dünya nasıl oluştu, insanlar nasıl var oldu, veya nereden üredi veya duygusal bağlarla gelişti.  Dünya kuruldu kurulalı bu soruyu her zaman kendimize sormuşuzdur.
            Din kavramları ile bazı faraziyeler çıktı ortaya.  Şamanizm ve insanların bir güce ihtiyaç duymaları, mutlak bir yaşam ve moral kaynağı gerekçesini koyar ortaya.  Yani inançlar...
            Hatırlıyorum...  Din dersi hocamız rahmetli Hacı Faik Efendı insanın nasıl oluştuğunu, nasıl çoğaldığını, dünyanın bir dengeler düzeni içinde  duygusal bağların oluştuğunu anlatırdı rahmetlik.  Her zaman Hacı Faik Efendiye sorardık.  “İnsanlar nasıl oluştu” diye.
            O bize şöyle derdi.
            “Cennette yasak bir meyvayı yiyen Adem’in kaval kemiğinden Havva’yı yaratması ve birleşmesi ile insanlar çoğalmaya başladı.  Yani kardeşin kardeşle evlenmesi veya bağlanması, duygusal bağlarla cinsel ilişkiye girmeleri filan, dünya üzerindeki canlıların çoğalmasını ve kainatı oluşturduğunu” söylerdi.
            Şayet tüm insanların kardeş olduğunu düşünürsek, Makarios’la Dr. Küçük ve Denktaş’ın da kardeş olduğunu saymamız lazım.   Bu bir düşünce...
            Hepimizin ağzı açık hocayı dinlerdik.
            Din kavramlarını insanlar yarattı, kinleri ve öfkeleri oluşturdu.
            Bütün bu bilinmezlikler bize, çok büyük bir gizli gücün varlığını işaret ediyor.
            Sadece insanlığın oluşması değildir bizi düşündüren.
            Oluşan rüzgarlar, seller, yağmurlar ve atmosferedeki tabakalar, bir yaşam dengesini anlatır.  Ben ve benim gibi nice insan, elhamdülillah Hz. Muhammet’e indandık ve en güzel dinin Müslümanlık olduğuna inandık.  Yani ateist olmadık. Daha da açacak olursak, Allah’a inanmamak gibi bir durum oluşuyor.
            Hani bir acımasızlık karşısında “Allahsız ve vicdansız” deriz ya, bu da ona benzer.
            Havada uçuğan toz zerreciklerinde milyonlarca canlı tohumlar ve bitki özleri vardır.  Bir kalenin kalın duvarlarında ulaşılması zor yerinde bakarsınız bir dildamak çiçeği açmış.  Susuz kendiliğinden biten bir çiçek.  O da tohumlarını havaya savurunca ve yeni bitkisel yaşamlar geliştikçe o gücün varlığına inanıyoruz.
            Kitaplar insanoğlunun taş devrini, tunç devrini anlatır.  Yaşamak için insanların neler ürettiklerini, neler yediklerini ve tükettiklerini mantık çerçevesinde  düşünürüz.
            Belki uzayın boşluklarındaki yıldızlarda başka başka yaşamlar vardır.  Biçimsel olarak başka gezegenlerdeki canlıların, farklı oldukları kanaatine varırız.  Milyon, hatta milyar ve katrilyon sene önce var olan insan varlığının, ölümleri ile bedenlerinde var olan ruhun kaybolduğunu veya ortadan kalktığını tahmin ederiz.
            Sorum şudur:
            “Ölen insanların ruhları nereye gider?”
            İşte insanların çözemedikleri muamma budur.  Elbet bir gün öleceğiz ve bilinmeyene doğru yol alacağız.
            Bazı insanlar ölümün eşiğine geldiklerinde ilginç şeyler yaşarlar.  Mesela kalbi bir an için duran ve elektro şokla yeniden hayata dönen insanların o kısa ruh yolculuğunda pek çok şey anlatırlar.
            Bu durum benim bir akrabamın başına da gelmişti.  O kısa ve meçhul yolculuğu bana şöyle anlatmıştı, o akrabam.
            “Kalbim durduğunda ruhum bedenden ayrılınca çok uzun bir yolculuğa çıktım.  Ruhum bedenimden çıkınca kendi bedenimi ve doktorların beni yaşatmak için yaptıları işleri görüyordum.  Yani ölmüş ama hala yaşayan bir varlık gibi.  Bulutların üzerinde rüzgar gibi çok hızlı bir yolculuk yaptım ve büyük bir kapıya geldim.  O büyük kapıda pelerinli bir kadınla bir erkek duruyordu.  İçeriden şahane müzik sesi geliyordu.  Kapı aralığından baktığımda, dallarında ışıl ışıl mücevherler parlayan ağaçları gördüm.  İçeriye girmek için hamle yaptığımda kapıdaki kadın bana şöyle dedi: ‘Sen giremezsin. Henüz zamanın gelmedi, dön geriye’.  İşte o an, ruhum bedenime girmiş ve canlanmıştım.”
            Bunun gibi binlerce hikaye dinledim. 
            Bu muammayı kimse çözemedi.  Şimdi yapay zeka ile yeni bir durum yaratıyorlar.  Allahın işine karışmak olmaz deriz de, yine de herşeyi zorluyoruz.
            Şayet ölen yakınlarla konuşmayı yapay zeka ile sağlarlarsa, kim bilir ne bilinmeyenlerle karşılaşacağız.  Belki bazı insanların ihanetleri çıkacak meydana.  Baba veya anne bildikleri kişilerin onların gerçek ana babaları olmadığı belirlenecek.  Tabii bunları hayal etmek de önemli bir ruhsal gelişimdir.
            İnsanlar birbirlerini yeyip bitiredursun, teknoloji ve bilinmeyenler günahla sevabı ayrıştırıyor esasında.
            İnsanların paylaşamadıkları dünyada neyi paylaşamadıkları hususu da ayrı bir düşünce.  Din kavramları ile oluşan savaşlar ve acımasızlıklar bize bunları söyletiyor.
            Madem ruhumuzun nereye gittiğini bilmiyoruz, savaşmaya ve bilinmezleri araştırmaya devam edeceğiz gibi.
            Velhası bu anlattıklarım bir felsefi düşünce içinde akıp gidiyor.  İnsanlık nereye gidiyor?
            Bundan sonra yapay zekalar neler yapabileceğini takip edin.