İçinde bulunduğumuz hafta Yunus Emre Haftasıydı.  Yunus Emre, bir fikir misyoner’iydi diyebiliriz.  Asırlara sığmayan Yunus Emre fikirleri, şu anda içinde bulunduğumu asırda, derinlikli olarak hala kabul görüyor ve bütün dünya tarafından da benimseniyor.
            Zaman zaman kabuğumuzdan çıkıp kültürel etkinliklere de parmak basmak istiyoruz.  Özellikle Yunus Emre haftasında.
            Geçtiğimiz Perşembe gecesinde Acapulco Otel’de Yunus emre ve semazen etkinlikleri vardı.   17 Aralık’ta da AKM’de gerçekleşti Semazen gösterileri.   Yunus Emre Haftası için Konya’dan üç tane semazen, 10 tane de sazende geldi.  Kutsal musikiden eserler sunan bu ekip, gerçekten bizi alıp bir yerlere götürdü.
            Hatıralarımın bir kesitide hala duruyor semazenler.  Sanırım 6-7 yaşlarında ağabeyimle gitmiştik Tekke Bahçesi’ndeki semazen gösterilerine.  Çoğu insan bilmez veya hatırlamaz.  Fakat o muhteşem göseri, hala daha henüz dün gibi gözlerimin öndedir.
            Bilemiyorum Tekke Bahçesi Tekkesinde dönen semazenler Kıbrıslı mıydı,  yoksa Türkiye’den mi gelmişlerdi.  Fakat sanırım Kıbrıs’tandı.
            Ağabeyim ressam-heykeltraş Mehmet Erdel nerden duymuşsa o gösteriyi öğrenmiş ve beni de götürmüştü.  Onun yaşı da 15 civarındaydı.
            O mekanda bir sürü yatar vardır.  O yatarların mezarlarrının ön tarafındaki boş mekanda yapmışladı gösterilerini.  Dik bir merdivenle çıkılan yüksek yerdeki sazende yeri, sanki bir sahneyi oluşturuyordu.  O sazendelerin içinde pek çok tanıdık Lefkoşalı insanlar vardı.  Başlarında semazenlerin giydiği yüksek külahları vardı.
            O etkinlikten o kadar etkilenmiştim ki, yıllar sonra bir şiirimde bundan söz etmiştim, Lefkoşa’yı anlatırken.
            Bakınız ne demişim o şiirimde.
            “Ne Girne Kapısı’nda mis kokusu duyulan
            Halis Con Kahveleri,
            Ne Tekke Bahçesi’nde dönen semazenlerri,
            Ne grup vakti musallalı hisarda
            Bükülen ipler,
            Ne önümden geçen tipler,
            Ne Sarayönü’nde tikili taş,
            Nerede artık kardeş, arkadaş...”
            O sazendelerin kudümü bile bende  izler bıraktı.  Gerçekte Osmanlı’dan bize kalan bir kültürdür Yunus Emre misyonu.
            Nedense bir türlü kısmet olmadı Konaya’ya gidip o semazenleri izlemek.  Hep içimde bir uhde olarak kaldı diyebilirim.
            Her yıl Yunus Emre haftasında Konya’da etkinlikler yapılır.  O etkinlikler o kadar kalabalık olur ki, insanlar oturacak yer bulmazlar.
            Yunus Emre sazendeleri esasında tasavvuf musikisini icra ederler.  Asırlardan günümüze ulaşan bu musiki, bir kültür olarak hayatımıza kadar gelmiştir.
            Tasavvuf Musikisi denince aklıma ses sanatçısı Ahmet Özhan geliyor.
            Ahmet Özdan, beş vakit namaz kılan dini bütün bir sanatçıdır.  Bir çok konserinde tasavvuf musikisini icra etmiştir.  Hatta Yunus Emre etkinliklerinde en güzel eserleri okur.
            Yunus Emre’yi yaşatmak ve misyonunu sürdürmek hepmize düşen bir görevdir. Bir çok yabancı misyonerler bile bu misyonu benimsemiş, hatta dinini değiştirerek kendilerini Yunus Emre’ye adamış.
            Yunus Emre’nin şu sözleri hala kulaklarımdadır.
            “Be yürürüm yane yane,
            Aşk boyadı beni kane.”
            Bu dizeler tam Yunus Emre’yi anlatan ve beste haline gelen dizelerdir.  Yunus Emre, insan olmayı, temizliği, saf bir düşünceyi ve yardımlaşmayı öngörür.  Dünya üzerinde o kadar kavgalar vardır ki, herkes Yunus Emre misyonu’na uysa, dünyada kavgalar ve çatışmalar olmaz.
            İşte öylesine bıraktım düşündelerimi o dönen semazenlere ve kutsal musikiye.