Ünlü bir söz vardır.
            “Söz uçar, yazı kalır” diye bir söz.
            Düşünüyorum...  Özellikle mücadeleyi, göçü ve bir sürü acıı yaşayan bizim cenerasyon, hatıralarını neden yazmazlar?
            Her gün bir bir gidiyor eski insanlar ve eski mücahitler.
            Bazen bu konuyu bizim devrenin eski mücahitleri ile sohbet ederken kendilerine soruyorum.
            “Hatıralarınızı yazdınız mı?”
            Benim bu soruma şöyle cevap verir bazıları.
            “Biz eski mücahitler, yani TMT’ciler o kadar büyük olayların içinde olduk ki, bütün o bilgiler mahremiyeti nedeniyle bizimle mezara kadar gidecek.”
            İşte benim de söylemek istediğim budur. Lütfen yaşadıklarınız, bilinmeyenleri ve merak uyandıran olayları yazınız diyorum.
            Mesela eski dostlarımdan Kooperati veznedarı rahmetli Fikri Bey vardı.  Köşklüçiftlik eski muhtarı.  Onunla çok derinlemesine sohbetler yapardık.  Eşi vefat edince kendisine başsağlığına gitmiştim, evine.  Çok üzgün ve son derece yıkılmıştı.  Yalnızlığa alışmaya çalışıyordu.
            O ziyaretimde bana bir soru sormuştu.
            “Şimdi ne yapıyorsun?”
            O dönemlerde televizyon programları ve araştırmalar yapıyordum.  Kendisine görevlerimden birisinin de eski mücahitlerin hatıralarını araştırdığımı söylemiştim.  Bu sözüm üzerine kendisinin ve eşinin başından geçen bir hatırasını anlatmıştı.  Hem de pek çok insanın bilmediği yaşanmışlıklar.  Hiç çekinmeden bana naklettiği hatırası hayli ilgimi çekmiş ve o hatırasını “Denktaş, Var Olma Savaşım” adlı kitabıma alıştım.
            Bana anlatmış olduğu hikayeyi sizinle de paylaşmak istedim, konuşmak istemeyen eski mücahitlere nazire olsun diye.
            “Hatırladığım kadarı ile yıl, 1956’ydı.  Rumların Türk polis ve İngilizleri vurdukları zamandı.  Bildiğiniz gibi evim hemen Rumların buz fabrikası yanındadır.   Adım gibi biliyordum. O fabrikanın içi bulgur gibi EOKA’cı kaynıyordu.  Bizim her hareketimizi gözetliyorlardı.  Bir yaz gecesinde kısa pantolonumla bahçemi sularken, ansızın Denktaş Bey siyah roveri ile kapıda durmuştu.  O an beni bu halimle görmelerini istemiyordum.  O an üzerimi değiştirmek istemiş ama  Denktaş Bey bırakmamıştı.   Sonra Ayşe’ye söyle o da gelsin.  Arabadaki bu malzemeyi evde bir yere koyunuz, kimse görmesin dedi.
            Arabasının bagajı ağzına kadar silah doluydu.  O silahları içeri taşıdığımızda bana yeniden seslenmişti.  Nereye gideceksiniz.  Arabanın içi de silah doludur, demişti.  Daha bitmedi ki...  Hakikaten arabanın yastıklarının üzerinde yığınla silah vardı.”
            Bu hikaye bayağı uzundu.  Hatta iki gece sonra bir araba dolusu daha silah getirmiş Denktaş Bey.  Fikri bey hikayesine devam etmişti...
            “Bu silahları nereye saklayacaktık.  Yemek masasının üzerine yere kadar uzanan bir örtü örtmüştük.  İngilizler evimde bu kadar silah olduğunu öğrenselerdi mutlaka bizi ipe gönderirlerdi.  Benim huzursuzluğumu anlayan Denkktaş Bey, silahları Hilmi Şevket’e aldırtmıştı.  Hilmi silahları almıştı ama kaza yapınca ayağı sakat kalmıştı.  Tabii teşkilat hemen silahları ortadan kaldırmıştı.”
            Bu hikayenin detayları var.  Hilmi ile bir ara beraber aynı odada çalışmıştım.  Kendisine ayağının hangi kazada böyle olduğunu sorunca bana “Uzun hikaye, dibine darı ekme” demişti.
            Yani söylemek istediğim husus, herkes ne yaşadıysa yaşasın, mutlaka belgelenmelidir.  Kim bilir daha ne kadar ilginç ve tehlikelerle dolu günler ve zamanlar yaşadı mücahitlerimiz.
            Artık ölümün eşiğine gelen eski mücahitler anlatsalar yaşadıklarını ne olacak sanki.  Veya gelişigüzel bir deftere yazsalar, bir gün tornlarından biri o notlardan bir eser yaratabilir. Lakin bazı mücahitler hala daha “Gör, duy, konuşma” kuralına uyuyorlardı.
            Allah rahmet eylesn Fikri beyin silah meselesini bir akşam Denktaş Bey’e açtığımda, “Bak yahu şu kolokaz Fikriye.  Yine dayanamadı o sırrı açıkladı” demişti.
            Fikri Bey’in toplumdaki lakabı “Kolokas Fikri”ydi.
            Fikri beyin yaşadığı bu olayı eski bir mücahit arkadaşa anlattığımda ağzı bir karış açık kalmıştı.  Bunları bilmiyorduk, demişti.
            İşte herşey yaşandı ve bitti.  Şimdi özgür topraklarımızda yaşıyoruz, kendi bayrağımız altında. Daha ne isteriz ki...  O kadar acılar ve ölüm vakaları yaşadık ki, gerçekten Rumlarla kesinlikle yeni bir hayatı paylaşamayız.  İşte o nedenle hatıralarınız yazınız diyorum.