Okulların iki dönemi vardır... Biri açılırken, öteki de kapanırken. Öğrencilerinse iki sevinci vardır bu dönemlerde.
Nasıl bir sevinç?
Okulların kapanması arifesinde çocuklar karne ve uzun tatil sevincini yaşarlar. Bir de okullar açılırken çocukların uzun tatil sonrasında üç ay ayrı kaldıkları arkadaşlarına kavuşma sevinci vardır.
Bazı çocukların ilkokul sonrasında arkadaşları ile yolları ayrılınca, hepsinin de yüreğinde ve hatırlarında hep eski günlerden yaşananlar kalır.
İşte o ayrı yollar ve ayrı okullarda eğitim süreci, geleceğin perspektifidir.
Normal TMT kolejlerini kazananlar eğitimlerine parasız olarak orada başlarlar. Ailenin vakti yerindeyse ve ille de çocuğunu bir kolejde okutmak isterse, bu kez özel kolejlere gönderirler çocuklarını.
Eski dostlukların baki kaldığı gerçeğinden hareketle ilkokullarda çok samimi olan çocuklar, yolları ayrılsa bile yine hafta sonları veya tatil günlerinde birlikteliklerini sürdürürler.
Aradan yıllar geçince de hep ilkokul ve lisedeki sınıf resimlerine bakarak geçmişi yaşarlar adeta. Bu arada trafiğe kurban giden veya hasta olup hayatını kaybeden öğrenciler de, birer acı olarak yüreklerinde kalır.
Bir de okulların açılması sürecinde, ailelerin maddi imkansızlıkları başlar.
Özellikle çok çocuklu aileler bu durmu yaşarlar.
Yaşları çok yakın olan çocuklar okul için önlük mü istemez, çanta mı, defter kalem mi istemez? Lakin maddi durumu iyi olmayan aileler, hep büyük kardeşin üniformalarını giydirirler küçüklere.
Geçmişte bunu çok gördük. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki o yokluk yıllarında...
Kadınlar bile bir bayramda eski elbiselerini ters yüz ederek tıpkı yeni bir elbise gibi yeniden dikerler ve bayramı geçirirlerdi.
Tabii ki ayakkabılar da öyle.
Şimdiki nesillerin çok şanslı olduklarını düşünüyorum. Ulaşım açısından da çok şanslıdırlar. Şöyle bir ülkenin fiziki ve eğitimsel görüntüsüne bakınız. Hemen hemen bütün mahallelerde ilkokul ve ortaokullar var. 1950’li yıllar İngiliz dönemiydi. Lefkoşa’da erkek öğrenciler için Yenicami ve Haydarpaşa İlkokulları vardı. Kız öğrenciler için de Ayasofya Kız İlkokulu. Tabii ki bu durum, o zamanki sosyal yapıyı da gözler önüne seriyordu. Kızlar bir binada, erkekler bir binada.
İşte onun için şimdili öğrencilerin çok şanslı olduklarını ifade ediyorum. Sosyal ve kültürel yapı geliştikçe, öğrenciler de karma bir eğitim süreci yaşıyorlar.
Üniversiteler...
Kim tahayyül ederdi bir gün ülkemizde yirminin üzerinde üniversitemiz olacağını?
Geçmişte ağabeylerimiz 1940’lı yıllarda Türkiye’nin belli sınavlarını geçince, sınavı kazanan ortaokul öğrencileri yatılı olarak Türkiye okullarında okurlardı. Liseden sonra da istedikleri üniversiteye giderler, hayata atılırlar, hayatlarını orada kurarlardı. Hatta bazıları büyük iş adamı olmuştu.
İki dönem farkını gözlerinizin önüne sermeye çalıştım. Ne kadar farklılıklar varmış...
Geçmişimizi öğrenmek ve şimdiki hayatımızın kıymetini bilmek adına geçmişle gelecek arasına daima köprü kurmak lazım. Gerçek orada yatmaktadır. Geçmişi bilmek, geleceğe yelken açmak...
Geçmiş aklıma gelince İngiliz döneminin pasaportları gelir aklıma. İngiliz’in kolonisi olduğumuz zamanlarda, lise bitirmiş ve GCE sınavlarını geçmiş öğrenciler İngiltere’de bedava üniversitelerde okurlardı.
Kıbrıs insanı şöyle derdi İngiliz pasaportları için.
“Elimde tapu gibi İngiliz pasaportu vardır.”
Yani bir güvenceydi İngiliz pasaportu. Özellikle Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşundan önce.
Tabii ki hayat durağan değil. İnsanlar her alanda kendilerine yer açmaya çalışırlar. Buna teknolojiyi de eklersek, çağımızın uzay ve bilgisayar çağıdır. Okullarda bile öğrencilerin bilgisayarları vardır.
O nedenle eski ile yeniyi kıyaslayarak okulların açılması münasebeti ile çok yazdık ve çok geçmişe gitti.