İnsan dünyaya tek başına gelir, tek başına da gider. Ne öncesi bilinir ne de sonrası. Gerek spiritüel gerekse materyalist çok görüşler olsa da kesin deliller yok. Bilge insanlar var, ermişler, peygamberler,...

İnsan dünyaya tek başına gelir, tek başına da gider. Ne öncesi bilinir ne de sonrası. Gerek spiritüel gerekse materyalist çok görüşler olsa da kesin deliller yok. Bilge insanlar var, ermişler, peygamberler, bilim adamları var. Bir çok insan toplulukları, çeşitli yaşam biçimleri var. Hepsi bize kendi penceresinden bakış açısı sunar insan nereden geldi, nereye gider diye. Kimisi birbiriyle örtüşür kimisi siyah ve beyaz kadar farklıdır. Kolay değildir tabi insan olmak. Herkes birbirinden farklı olduğuna göre bir o kadar da farklı görüş olacak. İnsan kendi içindeki koda göre, yaşanmışlıklarına, kişiliğine göre bir görüş sahibi olur. Elbette eğitimin kişinin yaşamını oluşturmasındaki etkisi çok büyüktür. Ama bir de kişinin içindeki küçük fısıldayan sesin etkisi de çok büyüktür. Sanki sizi yönlendirir bir yerlere doğru. Vizyonlar verir size. Unutursanız yine kapınızı çalar. Sanki kodunuzda o vardır. Nereye giderseniz gidiniz, ne yaparsanız yapınız, isterseniz çok kazanınız farketmez. Bastırsanız da, görmezden gelseniz de, yaşınızı başınızı alsanız da o ses, o vizyonlar sizinledir. Bunlar egosal, sizi zorlayan, korkutan seslerden değildir. Bunlar içinizi güvenle dolduran, ruhunuzu coşturan ’evet işte bu’ dedirten vizyonlardır. Ya bunları farkeder ve yüreğinizin onaylamasına izin verirsiniz ya da yanınızdan geçip gitmesini seyredersiniz. Tabi iş bu kadarla kalmaz. Eğer cesaretinizi toplayıp uygulama bölümüne geçebilirseniz yani vizyonunuzu  pratiğe dönüştürme aşamasında bir takım korkular sizi sarmalına alabilir. Ama resim zihinde tamamsa, yürek ve ruh bir ise uygulama heyecanlı ve zorluklardan yılmadan yapılır. O küçük sesten büyük işler, faydalar çıkar. Kişinin yaşamını anlamlandırır. Sanki dünyaya bu hizmeti vermek için gelmiştir. Karşılıklı bir tatmin ve huzur barındırır bu his.

Ben Öztül olarak bu küçük, fısıldayan sesi küçük yaşlarda kendimce dinlemeyi öğrendim. Belki bu nedenle biraz da insanın özüne karşı yapılan insanlık dışı uygulamalarda asi oldum. Yüreğimle ruhumu dış etkenlere karşı uzlaştırmak başlangıçta kolay olmasa da, o sese her karşı çıktığımda, görmezden geldiğimde zararını ben gördüm. Maddiyattan söz etmiyorum. Benim değerlerimde maneviyat, vicdan, toplumsal fayda hep kendimden öte gitmiştir. Yine benim için mutluluk başımı yastığıma koyduğum zamanki vicdanımın sesinin ruhumla ahenk içinde dans etmesinden geçmektedir. Şanslıyım ki o sesi yakaladım.

Bu güzel, küçük sesi yakalayamayanlar aslında kendilerini yaşayamayan, kendilerine katlanamayan insanlar gibi geliyorlar bana. Egoları onlara hep kendilerini unutturup bir tamahkarlık aşılamakta. Korkunun pençesinde olduklarından işleri çok zor. Sürekli bir tatminsizlik . Aklın yaptıkları, hırsın önderliğinde kendilerine mantıklı gelse de aslında derinlerde bir yerde örtülmüş kalplerde o küçük ses yine fısıldar her fırsatta kişinin kodundaki gerçeği. Duymazsa zamanla kaybolur ve kişi kendini yalnızlığın, korkunun pençesinde kaybeder.

Kendimizi dinlediğimizde, denemeyi göze alma cesaretimizi kullandığımızda sanki yaşam bizlere tatminkar, anlamlı  hediyeler gönderir gibi gelir bana. Bu başkalarının mutsuzluğu üstüne mutluluk kurma durumunda geçerli değildir elbette. İnancım odur ki yüreklerimizdeki sevgiyi korkudan arındırıp içimizdeki o güzel sesi duyabilseydik ve ona göre hareket edebilseydik sevgimiz tüm dünyaya yeterli gelir, yaşamı bir o kadar anlamlı kılardık. Her işimize, eylemimize aşkı katardık.

Doğmak bile bizim aynı anda ölümle burun buruna gelme  riskimizdir. O zaman doğmak ölmek riskini göze almaksa eğer, yaşamak aşkla, tutkuyla her hücreciğimize anlam katarak...

 

Sevgiyle kalın...