Ocak ayı her zaman bize bazı görevler yüklüyor. Bunu her Ocak ayının 13 ve 15’inde gördük. Sözünü ettiğim tarihler, Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş ve Özgürlük ve Mücadele Liderimiz Dr. Küçük’ün ölüm yıldönümleridir.
Bu iki önemli tarih hayatımıza adeta çivi ile kazınmış tarihlerdir. Bu iki değerli devlet adamı ile benim dışımda zaman geçiren kişiler yok mu? Vardır ama konuşmuyorlar. Halbuki onların bilinmeyen yönlerini yeni nesillere anlatmak, içte ve dışta verdikleri mücadeleyi ifade etmek, adeta bir milli görev gibidir.
Bazen kahrediyorum...
Neden bizzat bu iki önemli devlet adamı hakkında zahmet edip birkaç söz söylemek lütfunda bulunmazlar, kendileriyle bir zaman geçirenler.
Ben şahsen sağlığım elverdiği sürece onları ülkenin televizyonlarında anlatıyor ve bilinenle bilinmeyenleri belirtiyorum.
Bir program yapımcısı bana aynen şöyle demiştir:
“Bu iki kitabı okuyunca pek çok bilmedklerimi öğrenmiş oldum.”
Hepimizin bildiği Vakıflar Dairesine ilaveten iki vakıf daha vardır.
Birisi Dr. Fazıl Küçük, diğeri de Rauf Denktaş Vakfıdır.
Dr. Küçük’le Denktaş’ın siyasi ve sosyal hayatlarını, yine başta evlatları ve onlara yakın insanlar bu vakıflar yolu ile onların anılarını yaşatmaya çalışıyorlar. En doğrusunu yaparlar esasında.
Bunlar yeterli mi?
Değil bence. Daha da kapsamlı olarak onları anlatmak ve yoğun bir tempoda yeni nesillere misyonlarını aktarmak gerekiyor.
Bir de şöyle demişti o program yapımcısı:
“Dr. Küçük ve Denkteş için kapsamlı bir belgesel hazırlamak lazım. Henüz öyle birşey göremedik.”
Ne kadar doğru bir söz. Bilinmeyenleri yeni nesillere aktarmak.
Mesela Dr. Küçük Vakfında daima dile getiriyorum.
“Her 15 Ocak geldiğinde seri konferanslar verilmelidir” diye.
O sözünü ettiğim konferanslara öncülük eden, genellikle Lefke Üniversitesi ile Yakındoğu ve Ankara Anadolu Üniversiteleri’dir.
Bazı öğretim görevlileri bu tarihlerde büyük hazırlıklara girerler, Dr. Küçük ve Denktaş’la yakın çalışma içinde olan insanları konuştururlar. Bu beyin yıkamak değildir. Bu gerçek tarihin en önemli iki aktörünün hikayesini konuşmaktır.
Özellikle Tayhani Hoca, vefalı dost olarak bu iki devlet adamımızın anısına konferanslar düzenler, sergiler hazırlar. Ben de rahatsızlığım öncesinde bazı konferanslarına veya panellerine katılmışımdır.
Dr. Küçük Vakfı çok büyük mücadeleler vermiştir Dr. Küçük’ün Anıttepe’deki anıt mezarının çevre düzenlemesi için. Maddi yönden de epeyce sıkıntı yaşandı. Lakin yine de oldukça yol katedildiğine tanık olduk. Uzun mücadeleden sonra çeevre düzenlemesi yapıldı.
Gerek Dr. Küçük’ün, gerekse Denktaş’ın anıt mezarları istenen düzeyde korunup bakıma alınıyor mu?
İşte her Ocak ayı geldiğinde köklü elden geçiriliyor anıt mezarlar. Zaman içinde anıt mezarların doğallığından kaybettikleri ve sürekli bir elin üzerlerinde olması gerektiğine inandım.
Mesela Ankara’da rahmetli Atatürk’ün Anıttepe’deki anıt mezarını ziyaret ettiğimizde, orada anıtmezarı bekleyen disiplinli askerleri görürüz. Doğrusu bizde de bu iki devlet adamının mezarlarında 24 saat bekçilik yapacak askerlere ihtiyaç vardır. Ama olmuyor.
Gerçekleri anlatalım mı?
Bekçisiz bir halde orada yatan Dr. Küçük’ün mezarı adeta kaderine bırakılmış. Sorumsuz insanlar orada fing atıyorlar. Hatta sağda solda prezervatif bile bulunuyordu bir zamanlar. Denktaş bir gün bana şöyle demişti:
“Sakın beni de götürüp Doktor gibi o mezbelenin içine atmayın öldüğümde.”
Denkteş Bey’in kastettiği o kirli görüntüydü.
Türkiye Cumhuriyeti eski Başbakanı Binali Yıldırım Dr. Küçük’ün anıttepe’deki mezarını ziyaret ettiğinde, tören alanının bütün mermerlerinin yerinden oynadığını görmüş ve “Bunlar nedir? Niye tamir ettirmiyorsunuz?” sorusunu sormuş, cevaben de “Maddi imkansızlık efendim” denmiştir.
Sağolsun Binali Yıldırım da, “Tamirat keşfini yapınız size parasını göndereceğim” demiştir.
Hakikaten o mekan Bibali Yıldırım’ın gönderdiği para ile yapılmıştır.
Şimdilerde yeni meclis binası yapılıyor Kermiya bölgesine. Siz sanır mısınız ki, o meclis binasının sevk ve idaresinde, görselliğinde nemelazımcılığımız olmayacak. Çok mu pesimistçe bir ifade kullanıyorum. Ama bana da hak versin okurlarım, çünkü çok gördük, çok yaşadık.
Yarın bizim cenerasyon da tükenince kim yorum yapacak televizyonlarda veya konferanslarda bu iki devleet adamı gibi? Elbet bir gün biz de göçeceğiz bu dünyadan. Yeni nesiller içlerine sindirerek bu davanın kimler ve nasıl biçimlendiğini öğrenmeleri gerekir. O nedenle yeni nesilleri bu günlere hazırlamamız lazım diyorum.