Rumların son Limasol’daki camimize yaptıkları saldırı son değildir.  Bayraktar Camiinden başlayıp bütün ibadethanelerimize yapılan saldırılar hala devam etmektedir.  Bu çirkin olayı affetmek mümkün değil.  Özellikle Hristodulidis’in güven yaratıcı önlemler konusunu ele aldığı bu günlerde, Rumlara güvenmek mümkün değil.
            Limasol’daki camilerimize yapılan saldırıların görüntülerini bütün belgelerimizde kullandık ve hala kullanıyoruz.
            Rahmetli gazeteci- yazar ve araştırmacı Aslan Mengüç, ada genelinde çok geniş bir araştırma yapmış ve geçmişte terkedilen köylerimizdeki camiler, mescitler ve tüm ibadethanelerimizi teker teker dolaşmış ve belgelemişti.  Güneyde terkettiğimiz camilerimizin yüzde doksanı yerle bir edilmiş ve sadece temelleri kalmıştı.  Bazılarının da temelleri dahi kalmamış.  Bundan başka bazı ibadethanelerimizin toprağını kamulaştırarak içinden yol geçirmişlerdi.
            Aslan Mengüç bu çalışmalarını bir kitapta toplamıştı.   O kitap, Rumların ibadethanelerimize yaptıkları saldırı ve sabotajları belgeler.
            Mesela Rum toplumu lideri Hristoduludis Kıbrıs Türklerine yönelik 14 maddelik güven yaratıcı önlem önerilerini bize sunmaya hazırlanıyor.
            Bence o öneriler, resmen bir havuçtur.  Hani havucu tavşana uzatırsınız ve sonra da tavşanı yakalarsınız, bu ona benzer.  Camilerimizi yıkan bir milletten güven beklemek saçma birşeydir esasında.  Onun gibi bizim hassas olduğumuz konuları o listeye almış ve yarın Tatar’a, “Buyurun Sayın Ersin Tatar, biz sizin rahatlamanız için bu önerileri size sunuyoruz” mu diyecek?
            Hadi canım siz de...
            Ersin Tatar bu aldatma lokmasını yutar mı?  Yutmaz. O artık Rumlarla yeni bir hayat kurulamayacağının bilinci içinde Türkiye ile belirlediği stratejileri uyguluyor.  Açık ve net bir şekilde Rumlarla yeni bir hayatta birleşmenin resmen aptallık olacağını kavramıştır Türkiye de.
            Kudret Özersay’ın bir yorumu vardı gazetelerde.  Hristoduludis’in bize adeta jest yapar gibi bu 14 maddelik güven yaratıcı önlemler paketinin hemen hemen tümünün Türklerin kazanılmış haklar olduğunu söyledi Özersay.
            Esasında Kudret Özersay, tam da doğruları söyledi.  Benim havucum gibi bir ifade kullandı.  Bir yerde eski Dışişleri Bakanı olarak gündemin nabzını tutması çok güzel birşey.
            Bazen düşünüyorum...  Keşke Özersay sine-i millete gitmeseydi.  Mecliste kalsaydı yine aynı beyanatları ve kritikleri yapacaktı ve daha da ses getirecekti. Lakin Özersay hala siyasetin içte ve dışta nabzını tutmaya devam ediyor.  Her ne ise...  Bu onun takdiri.  Halk yine değerlendirmesini yapar.
            Yeniden Rumların ibadethanelerimizi ve mezarlıklarımızı talan etmelerine dönelim.
            Merhum Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş’la bir arife günü Küçükkaymaklı’daki mezarlıkta buluşmuştuk... Denkteş’ın babasının ve ölen ilk evladının mezarlarıyla benim babamın mezarı arasında elli metrelik bir mesafe vardı.
            Babama gereken duayı yaptıktan sonra Denktaş’ın babasının ve oğlunun mezarlarına gidip ben de birer Fatiha okumuştum.  Denktaş’ın elinde fotoğraf makinası vardı.  O an Denktaş bana şöyle demişti:
            “Gel şehitlerimizin mezarlarını ziyaret edelim.”
            Öyle yapmıştık.  Bazı şehit mezarları Rumlar tarafından dipcikle kırılmışlardı.
            “Gördün mü yahu Güvenir?  Rumlar şehitlerimizin mezarlarına bile tahammül edemiyorlar.  Bütün ibadethanelerimizi yakıp yıktılar.  Bu milletle mi biz birlikte yaşayacağız?”
            Bu sözlerinden sonra Denktaş içe yönelik birkaç söz daha etmişti.
            “Bu insanlar toprağın altına girdiler ama, millet de ganimetten kudurdu.”
            Denktaş’ın içe yönelik sözleri tamamen doğruydu.
            Rumlar, sadece kent merkezimizdeki ibadethanelerimizi ve mezarlıklarımı yakıp yıkmadılar. Bütün kırsal yöredeki ibadethanelerimizle mezarlarımızı yıktılar.
            Biz Türkler her zaman Rumların ibadethanelerine saygılı olmuşuzdur. Harekat sonrasında bütün kiliseler korumaya alınmıştı.  Hatta güneyden gelen kardeşlerimiz yerleştikleri köylerde cami bulamayınca, köylerindeki kilise kulesinin üzerine Türk bayrağı çekmişler, kilisenin içine de halılar ve kilimler döşemişlerdi.
Türklerin Rum ibadethanelerini korumaları, dinsel açıdan “Her ibadethane Allah’ın evidir” anlayışına dayanıyordu.
Osmanlı 1571’de Kıbrıs’ı fethettiğinde padişah bir ferman göndermişti Kıbrıs valisine.
“Hristiyanların ibadet yerlerini koruyacaksınız.  Onlar da Allah’ın evidir” demişti. Hatta Lapta’daki kilisenin bakımı için bilmem ne kadar altın göndermişti Kıbrıs’a.
Yani diyeceğim şudur...  Türk milleti her zaman Hristiyanların ibadethanelerine saygılı olmuştur.
Lakin Rumlar beş yüzyıl önce ne ise yine odur.
Limasol’daki cami ne sondur, ne de son olacaktır.