Taşkent şehitleri dendi mi, hep aklıma güneydeki Taşkent köyünün erkeklerinin toplu halde otobüslere bindirilmesi ve biri hariç, tümünün bir çukurda kurşunlanarak katledişleri gelir.
Kendinizi o insanların yerine koyarsanız, duygularınızı daha rahat analiz edersiniz.
Hatırladığım kadarı ile 80-85 Türktü onlar. Her olay gibi bu olayı da anında gelen raporlardan öğrenmiştim Cumhurbaşkanbaşkanlığı’nda görevde iken.
Rumlar yedikleri haltları hep inkar ederler. O katliam çukurunda yaylım ateşiyle bütün Taşkent erkeklerini öldürmüşler, sadece Suat Hüseyin isimli şahıs şans eseri kurtulmuştu.
Suat Hüseyin olduğu yerde sinmiş ve üzerine devrilen kan revan içindeki zavallı insanların cesetleri arasında uzun bir süre geçirmişti. Katliamdan sonra oradan ayrılan EOKA’cılar, tümünün öldüğüne kanaat getirerek bir süreliğine oradan ayrılmışlardı.
Akşam olunca Suat Hüseyin, yavaş yavaş cesetleri üzerinden kaldırarak etrafa bakmış ve kimsenin olmadığı kanaatine varınca o çukurdan çıkmış ve yollara düşmüş. O bölgeyi çok iyi bildiği için İngiliz Üslerine sığınmayı başarmıştı. Ondan sonra Suat Hüseyin’in basına yaptığı açıklama, Rumlarla bir kere daha yeni bir hayat kurulamayacağını gösterdi.
Kayıp Şahıslar Komitesi’nin yaptığı araştırmalardan Taşkent şehitlerinin bulundukları çukura ulaşmışlar, sonra da o şehitlerin kemik haline gelmiş cesetlerini minicik sandukala konarak ailelerine teslim edilmiştir. O şehitlerin sıra halindeki tabutları, Rumların eski Dişişleri bakanı Bayan Markulli’yi etkilemiş olacak ki, bu görüntüden sonra şu açıklamayı yapmıştı:
“Biz Rumlar, Türklere çok acılar verdik. Bunları görünce Türklere bir özür borcumuz olduğunu anladım.”
Bu kadar ucuz mu insan hayatı? Bir özürle mi yeni bir hayat kuracağız?
Bu mealdeki açıklamaları, tarihe geçen itiraflardır. Bundan başka Eğlenceli iki caninin sözleri de buna eklenmeli itiraf açısından.
O iki cani, yıllar sonra Rum gazetelerine itiraflarını öğüne öğüne anlatmışlardır.
“Biz EOKA’cılar, Lefkoşa’dan Larnaka’ya gitmekte olan bütün Türk arabalarını durdurur ve arabadaki Türkleri meşhul yerlerde kurşunlayarak öldürür ve yine meçhul yerlere gömerdik. Şimdi bize sorsalar nereye gömdünüz diye, yerlerini söyleyemeyiz. O kadar Türk öldürdük ki, kesinlikle yerlerini bulamayız.”
21 Aralık 1963’ün hemen sonrasındaki dönemde de şehitler vermiştir Taşkentliler. Bütün Taşkent şehitleri adına yapılan tören, onların hatıralarına olan saygıdandır.
Taşkent’in kadınları hemen hemen tümü dul kalmışlardır, bir sürü çocukla. Taşkentli kadın ve çocukları Girne dağlarının güneye bakan tepelerindeki bir köye yerleştirmişlerdi.
Hatta o köyün tanımını yaparken “Dullar köyü” diyorlar zaman zaman.
Bir acıya daha parmak basmak istiyorum...
Kapılar Rumlara ve Türklere yeni açılmıştı. Arkada bıraktıkları evlerini ve bahçelerini merak eden Rumlar deli divane gibi yollara düşmüşlerdi. Kapıdan geçenler Sarayönü’nden Türk taksicileri alıp köylerine giderler ve evlerine bakarlardı.
Her köye gidildiği gibi Taşkent’e de gitmişti bir Rum kadını. Bu Rum kadınının evine yerleşen ise, o katliamda kocasını kaybeden bir şehit eşiydi. Türk kadın haklı olarak eve girişinde köklü temizlik yapmıştı. Bahçedeki asma her tarafı kaplamış ve o asmayı da kökünden kesip atmıştı.
Rum kadının ilk sorusu şu olmuştu Türk kadınına:
“Asmayı niye kestiniz?”
Türk kadın da şöyle yanıt vermişti kendisine:
“Siz bana kesilen asmanızı soruyorsunuz. O zaman siz bana kocamı geri getiriniz, ben size bir asma değil, bin asma ekeyim” demiş.
Rum kadın ne ak ne de kara demişti bu söz üzerine. Öylesine dramatik durumlar hasıl olmuştu.
Bu acıları yaşayan insanlar bir kere daha Rumlarla bir hayatı paylaşmak isteyebilirler mİ?
Özellikle yeni nesillerin bunları iyi kavramaları ve beyinlerine sokmalıdırlar. “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi” sevdasında olanların, bu sevdadan vazgeçmeleri şarttır.
Yanan yürekler ve babasız kalan çocukların içlerindeki acıları bilir misiniz?
İşte bu gerçekleri bir kez daha yeni nesillere hatırlatıyorum.
Bütün Taşkent şehitlerinin ruhları şad olsun.