Hepsi birbirinin aynı olan insanlarla çok vakit geçirmek güçlü dostluklar inşa etmekte etkili bir yöntem olsa da siyaseten bakıldığında aynı durumun söz konusu olmadığını görüyoruz. Türkiye’de son zamanlarda artan terör olayları ve buna bağlı gelişen otoriterleşme sürecinin nereye varacağı şu an için cevaplanması mümkün olmayan, önemli bir sorudur. Öte yandan mevcut habitatlarından çıkmayan ve kimsenin eleştirisine tahammülü kalmayan grupların, kendi içlerinde onaylanan tutum ve davranışları devam ettiği sürece, uzlaşma kültürünün inşası zayıf bir ihtimal olarak algılanmaktadır.  Bir başka açıdan bakıldığında bu kültürün inşa edilebilmesi için başkasına ihtiyaç duymayan yapıların, uzlaşı kültürünü inşa edecek paydaşların reddine varması da bunun önündeki önemli bir sorundur. Peki birbirinden hoşlanmayan yapılar, temel siyasetlerini bunun üzerine inşa etmeye devam ederse sonuç ne olur? Uzlaşmayan yapılar çatışır. Bu sonuç kaçınılmazdır. Öyleyse uzlaşma bir sistemin temel karakterini oluşturuyorsa, o sistem içinde çatışmalar azalacaktır iddiasında bulunabiliriz. Herkesin konuşmak için can attığı fakat kimsenin birbirini dinlemediği bir ortamda herkes konuşsa bile bir şey değişmez. Türkiye’de siyasal yaşamına devam eden partilerin dışardan bakıldığında yukarıda tasvir edilen tabloya ne kadar da çok benzediği hemen fark edilecektir. Hal böyle olunca siyasal iktidar dayandığı temelleri ki bu temeller bugün çatışmadan besleniyor, süratle terk ederek ülkede huzur ve barış ortamını sağlaması elzemdir. Öte yandan birbirine ihtiyaç duyacak yapıların, bir biçimde birbirine karşı eşit güç dengesinde olması ya da birbirleri için vazgeçilmez pozisyonlarda bulunması gerekmektedir. Buradan devam edersek Türkiye özelinde muhalefetin süratle politik yaklaşımlarını güncellemesi, Gramsci’den gelen hegemonyacı bir yaklaşımla, yeni bir alternatif oluşturması gerekmektedir. Türkiye’de zeminin muhalefetin güçlenmesi için hazır olması, hiç bir şey yapmadan muhalefetin bunu başarabileceği anlamına gelmez. Sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik yaklaşımdan yoksun, bıkkınlık getiren bir Atatürkçülük yaklaşımı ile Türkiye’de seçim kazanamazsınız. Mevcut siyasal atmosferde oy kaygısıyla her geçen gün sağa kayan CHP, her geçen gün siyaseten AKP’ye benzemektedir. Oysa bu durum sadece AKP benzeri patiler yaratır. En temel ihtiyaç siyaseten yeni bir yaklaşımın etkin kılınmasıdır. Sorunları AKP’nin düşünce sistematiğini temel alarak çözümlerseniz ya da benzer bir yaklaşımınız varsa, asla asılının yerine geçemezsiniz. Güç dengesinin bulunmadığı ortamlarda uzlaşıya da ihtiyaç yoktur. O yüzden bugün HDP ve CHP’nin en temel görevi kendilerini daha güçlü kılacak yaklaşımları, vizyonları kovalamaktır. Bu olduğu taktirde, Türkiye’de yeni bir siyasi kültür inşası mümkündür. Kendi habitatlarını terk eden, başkasını dinleyen, ödevini yapıp, dersine çalışan şüphesiz bunun meyvelerini de toplayacaktır.